Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın yirmi birincisindeyiz. Bir önceki yazımızda 1-58. ayetlerini verdiğimiz A’raf suresini anlatmaya devam ediyoruz.
Kavmine gönderilen Nuh, “Allah’tan başka tanrı olmadığını ve âlemlerin Rabbinin elçisi olduğunu” söyler ancak yalanlanır. Ardından; “Biz de onu ve onunla beraber gemide olanları kurtardık. İlkelerimizi / ayetlerimizi yalan sayanları suda boğduk. Doğrusu, onlar kör bir ulustu / kavimdi.” denir. (59-64. ayetler)
Âd kavmine gönderilen Hud, “Allah’a tapın, O’ndan başka Tanrınız yoktur,” der. İslam kaynaklarında Hud; Tevrat’ta İbranîler’in atası kabul edilen Ever’le aynı kişi sayılmaktadır. “Sam’ın oğulları: Elam, Asur, Arpakşat, Lud, Aram. Aram’ın oğulları: Ûs, Hul, Geter, Maş. Arpakşat Şelah’ın babasıydı. Şelah’tan Ever oldu.” (Yaratılış, 10: 22-24) Âdem’in Soyu başlığı altında da şu bilgi vardır: “Sam, Arpakşat, Şelah, Ever, Pelek, Reu, Seruk, Nahor, Terah, Avram -İbrahim-.” (1. Tarihler, 1: 24-27)
Kavminin ileri gelenleri Hud’a, “Doğrusu biz, senin beyinsiz olduğunu görüyor ve doğrusu, seni yalancılardan sanıyoruz,” der. Âd kavmi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirilmiştir ve yaratılışta / vücutça (iri-yarı) onlardan üstündür. Atalarının taptıklarını bırakmamakta kararlı olan Âd kavmi, “eğer, doğru sözlülerden isen, bize söz verdiğin şeyi başımıza getir,” der. Bunun üzerine şu ifadeyi okuruz: “Biz, acımamızdan dolayı onu ve onunla beraber olanları kurtardık. İlkelerimizi / ayetlerimizi yalanlayanların ve inanmamış olanların / iman etmeyenlerin kökünü kazıdık.” (65-72. ayetler)
Semud’a gönderilen Salih şöyle der: “Ey ulusum / kavmim! Allah’a tapın, O’ndan başka tanrınız yoktur. Rabbinizden size açık bir belge / mucize geldi. Bu, Allah’ın dişi devesi size bir delildir. Onu bırakın Allah’ın toprağında otlasın ve ona bir kötülük etmeyin. Yoksa can yakıcı azap sizi yakalar.” Âd’dan sonra yönetici kılınan Semud kavmi, ovalarda / düzlüklerde köşkler / saraylar kurup dağlarda kayadan evler yontmuştur. Kavmin ileri gelenleri zayıf görünen diğerlerine, “Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz,” diye sorar. Onlar da “onunla gönderilene” inandıklarını belirtir. İleri gelenler inkârda ısrarcıdır. Dişi deveyi sinirleyince / boğazlayınca da onları “şiddetli bir titreme / sarsıntı” yakalar ve oldukları yerde dizüstü çökerler. Salih de onlardan, “siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz” diyerek yüz çevirir. (73-79. ayetler)
Devam eden ayetlerde Lut, kavmine seslenir: “Âlemlerde sizden önce hiç kimsenin yapmadığı bir hayasızlığı / bir fuhşu mu yapıyorsunuz? Doğrusu, siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere geliyorsunuz. Belki de siz haddi aşan bir kavimsiniz. Kavminin cevabı; ‘onları kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmış,’ demelerinden başka bir şey olmadı.” Bunun üzerine karısı hariç Lut ve ailesi Biz tarafından kurtarılır ve şöyle denir: “Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bak!” (80-84. ayetler) Diğer yandan nedeni şenaat (iğrençlik) olarak verilen bu yok edilişi ve sonrasını Tevrat’ta ayrıntılarıyla okuduğunuzda, M.Ö. 2500-2000’li yılların “ahlak anlayışı” çeşitliliğini sorgulamaya başlıyorsunuz. Sığındığı kentte kalmaktan korkan Lut, iki kızıyla oradan ayrılarak dağda bir mağarada yaşamaya başlar. Lut’un büyük ve küçük kızı peş peşe iki gece babalarına şarap içirerek ondan hamile kalırlar, amaç soyu yaşatmaktır. Ayetlerde vurgulanan şu cümle ise ilginçtir: “Ancak / Ama Lut yatıp kalktığının farkında değildi.” (Tevrat; Yaratılış,19/31-38) Lut’u temize çıkaran “farkında değildi” ifadesi, erkeği sorumluluktan uzak tutmak için bir kapı aralamadır. Toplumumuzda da yerleşmiş olan “erkeğin elinin kiri” deyişi benzer değil midir? Kadının eşitlik mücadelesinin binlerce yıldır sürmesinin, çözüme kavuşmamasının ardında yatan neden; toplum hafızasına yerleşmiş olan yukarıdaki gibi ifadelerin bıraktığı etkidir demek yanlış olmayacaktır. Kötülüklerin anası, kurtarıcı babamız deyişlerini de unutmayalım!
Medyen’e gönderilen Şuayb, “Ey kavmim, dedi, Allah’a kulluk edin / tapın, sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi: Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inananlar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!” Kavminin büyüklenen ileri gelenleri, Şuayb ve onunla olanları tehdit ederler: Ya kentten çıkarılacaklar ya da onların dinine döneceklerdir! “Rabbimiz Allah’ın dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yaraşmaz.” diyen Şuayb şöyle dua eder: “Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” Şuayb’ın kavmi yani Medyen / Eyke halkı da sarsıntı / şiddetli titreme ile yok olur; “yurtlarında diz üstü çöke kalırlar.” Şuayb da kavmine sırtını döner ve “Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim, artık kâfir bir kavme nasıl acırım,” der. (85-93. ayetler) Semud kavminin yok oluşu ve Salih’in söylemi ile Medyen’in yok oluşu ve Şuayb’ın söylemi aynıdır. İki kavim de -ayet ifadelerine göre- deprem nedeniyle yok olmuştur, denebilir.
Yok edilen kavimler için âdeta genel bir değerlendirme yapan ve insanla hesaplaşan Biz, “yalvarıp yakarsınlar” diye bir kente peygamber göndermişse oranın halkını “darlık ve sıkıntıya sokmuştur.” Elmalılı’ya göre amaçlanan; bir peygamber geldiğinde kibirlenen halkı, “şiddetli fakirlik, dayanılması zor bir durum içinde bırakarak boyun eğdirmek, yalvartmak, yumuşatmaktır!” Yöneticilerini “Allah gibi adam” diyerek betimleyen, açlık sınırında ya da derin yoksulluk içinde olup da hâlâ sabır ve şükür tavsiyesi dinleyen bir toplum acaba yukarıdaki ayetin günümüzdeki bir örneği midir? Kötülüğün yerine iyilik konunca insanlar çoğalır; ancak “babalarımız sıkıntıya da sevince de uğramışlardı” dendiğinde yani buna “aldırmadıklarından dolayı” Biz, “hiç farkında olmadıkları bir durumda onları ansızın” yakalar ve şöyle der: “Eğer, ülkelerin halkı inanıp saygılı olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını açardık. Ama yalanladılar, Biz de kazanmış olduklarına karşılık onları yakalayıverdik.” (94-96. ayetler)
Kur’an’daki anlatımlara göre Biz, insana her şeyi vermiştir; dünya, kurulduğundan beri bolluk bereket içindedir; ancak bolluk ve bereketin adilce paylaşılmaması, gücü elinde tutanların hırsları, bir türlü doymak bilmemeleri gibi büyük ve çözülemeyen sorunlar sürmektedir. Ayrıca dinsel metinlerde yer alan “ganimet” kavramı nedeniyle yapılan savaşlar, akınlar, yağmalamalar ve sömürgeleştirme adı altında işlenen türlü vahşet ve insan hakları ihlalleri nedense Biz’in konusu değildir? Biz bunlara değinmediği gibi insanoğluna; uyurken, geceleyin, kuşluk vakti, eğlenirken “baskınımızın başlarına gelmesinden güvende mi idiler,” diyerek meydan okur. Gece yarısı depreme uyanan ve enkaz altında hayatlarını kaybeden insanları, yaşam tarzları nedeniyle pervasızca “kâfir” ilan etmek bu zihniyetin sonucu mudur?
Biz’in değerlendirmesi Muhammed peygambere şu hitapla biter: “İşte, bu ülkelerin haberlerinden sana anlatıyoruz. Andolsun, onlara peygamberleri açık belgeler getirdi. Önceleri yalanladıklarından ötürü inanmadılar. Böylece Allah, inkârcıların kalplerini mühürler. Onların çoğunda sözde durma bulamadık. Doğrusu, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.” (101-102)
Devam edecek…
Canan Murtezaoğlu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.