• BIST 9882.79
  • Altın 3364.057
  • Dolar 36.047
  • Euro 37.2662
  • İstanbul 0 °C
  • Ankara -6 °C

Tiyatronun Anatomisi

Hasan Ali Çölük

 

Eskiden yazı masamın başına oturduğumda yazarken bunun bir işe yaradığını hissederdim. Belki de bana iyi gelen tarafını, genele yaymış olmaktı yaptığım ama yazının bir değişim yarattığından emindim. Yeni bir yere taşındığımda da ilk yaptığım şey oturup yazmak… Yazabiliyorsam, tamam derdim, burada yaşanabilir; burada hayat var… Tiyatro için de aynı şey geçerli. Bir yaşam oluşmasına elverişli koşulların yazı masasından, prova alanına, provadan sahneye, seyirci koltuğuna kadar oluşması gerekiyor.

Sözün gücünü anlamlı bir şekilde yeniden kazanacağı günlere kadar (çünkü tiyatro dünyada olup bitenlerden bağımsız değil) sanki sözsüz tiyatro, müzikal, kukla tiyatrosu, performans ve dans tiyatrosu ön planda olacak. İnsandan tarihten, toplumdan, coğrafyadan bağımsız değil tiyatro… İnsanın sanatı. İnsanı tarihsel, toplumsal, ekonomik, düşünsel, biyolojik, fiziksel, psikolojik, felsefi ve coğrafi koordinatları içinde ele alan bir sanat dalı…

Nasıl bir tiyatro? Tiyatronun repertuarı hakkında düşünürken toplumu tanımak zorundayız. Günümüz insanını, iletişim araçlarının, medyanın, görsel çağın, sosyal medyanın insana etkisini düşünmek zorundayız. Hızla göz kaydırarak bakmaya alışmış seyirci var. Seçerek bakan, hızla konuya girmek isteyen seyirci… Tüm bunları tekniği oluştururken gözden kaçırmamamız gerek… Ancak içerik açısından seyircinin ihtiyacı olan ne? Lorca’nın dediği gibi, seyirciye göre bir tiyatro yapamayız. Seyirci tiyatro ile yükselmeli. Tiyatro ile aydınlanmalı.

Ne diyor bugünkü seyircinin iç sesi? Tüm dünyada olanı biteni düşünürsek: “Ben yıkımın içinde açmaya çalışan bir çiçeğim. Her gün yüzüme savrulan bir şeyin beni ümitsizliğe zorlamasına rağmen yaşamaya çalışan insanım. İçimden bir ses hep, “ne olursa olsun, devam et”, diyor. Her şey üstüne üstüne geldiğinde daha çok devam et… Çabala… Çaba göster. Seni belleksizleştirmeye çalışan her şeye karşı çaba göster. Gözlerini kör eden her şeye karşı. Sana kim olduğunu unutturan, nerede kaldığını unutturan her şeye karşı, müziğin sesini biraz daha aç… Yaşamak kayısı ağacının beyaz çiçekleri gibi, dünyanın her yerinde… ilkbahar gibi güzel.”

Günümüzün en büyük sıkıntısı nedir? Günümüzün en büyük sıkıntısı, sorularını unutmak… Kendini unutmak. Biricikliğini, bir insan olarak özgünlüğünü unutturmak… Hikayesizleşme… Küreselleşme mantığı ile açılan alışveriş merkezleri benzeri bir etki ile kültürsüzleşme… Toplumsal yaşamın rutin düzenekleri, ödev olarak, görev olarak karşımıza çıkanlar arttıkça, rüyalar azaldıkça insanın tiyatroya ilgisi artıyor. Bir kandile, mum ışığına, gaz lambasına koşar gibi tiyatroya koşuyoruz; neon ışıklardan, beyaz iş ışıklarından…

Bugün yaşadığımız ne kadar sorun varsa hepsi oyun eksikliğinden… Yeterince oyun oynamamış bir çocuk, bütün sorun. Tiyatronun en önemli varoluşu belki de bu. Bu oyun açığını kapatmak ve dünyayı yeniden “düşlenebilen” bir yer haline getirmek.

Padova’da 1594 yılında dönemin önde gelen cerrah ve anatomi uzmanı Girolamo Fabricus Acguapendente (1537-1619) tarafından Padova Üniversitesi bünyesinde Palazzo del Bo Anatomi Tiyatrosu yaptırılmış. Tıp fakültesi öğrencilerine insan vücudunun yapısını öğretmek amacıyla… Tiyatronun girişinde şöyle yazıyor: “Ölümün yaşama yardım etmekten mutluluk duyduğu yer.” Tiyatroyu, sözcüklerin canlandığı, ete kemiğe büründüğü, bir yer olarak düşündüğümüzde, gerçek tiyatroda, bu imanın dil üzerinden olabileceğini görüyoruz. Tiyatronun simgesi gülen ağlayan yüzler de bu noktadan bakınca epey anlamlı.

Tiyatronun anatomisi, anatomi tiyatrosunda sergilenen kadavranın tam aksine perde arkasında… Seyirciye görülebilen, seyredilmeye değer bir dünya yaratıncaya kadar oluşan bir dizi emek. Tıpkı bir insan vücudu gibi mükemmel çalışan bir düzenek, izlediğimiz. Arada doğaçlama yoluyla oyundan provaya kaçan birkaç gözenek de doğaçlama… Bir kadavrayı (metni) canlandırma işi tiyatro… Birincisinden farklı olarak amaç eğitim değil. Estetik.

Uzun zamandır nasıl bir tiyatro, sorusu üzerine düşünüyorum. Herhangi bir olay örgüsünden yoksun. Ara sıra seyircinin de dahil olabileceği ama yine de hikaye olmaya devam edebilen. Hemhal olmak kavramı üzerine düşünüyorum. Sanırım en ilkin başarmamız gereken bu. Seyircinin hemhal olacağı, kendini kapının dışında değil de içinde hissedeceği bir atmosfer yaratabilmek. Bazen keskin devinimler, dönüşümler, düğümler, kısacası başlı sonlu bir hikâye içinde olmasa da kendini “hemhal olmuş” hissedeceği… Nasıl ki rüya gördükten sonra gördüğümüz şeyle bir aşinalığımız oluşmuşsa, tıpkı bir rüyadan çıkmışız gibi bizi saran, kuşatan bir insan sıcaklığı hissettiğimiz, yaşayan oyunlar… Yabancı bir kalabalıkta birbirimizle tanış çıkmak gibi… İki insan arasındaki yalnızca insan olmaktan gelen bağı doğrudan, doğallıkla kurduruyor olan oyunlar…

Hareketin değiştirici gücü ya da boşluğun keşfiyle… Belki de oyun tıpkı kendi doğalarının yüzde yüz içinde olan hayvanların yanında hissettiğimiz benzeri bir netlik sunuyor bize ve bize iyi gelen bu. Hiçbir bilimin ya da sanat dalının bunca üstün bir beceri ile doğrudan aralayamadığını yaparak, tertemiz bir düzlük sunuyor sonunda; bizleri yaşam yoluyla getirip bıraktığı yer ile… Hem/hem-de*’ nin belirsiz düzlüğündeki bir netlikle hem de… Duyduğumuz güzel bir şarkıyı iletme isteği, güzel bir hikayeyi anlatma isteği, tam da anlatırken canlandırma… Bir harman yerinde karanlığın içinde söyleşmenin çıtırtısında, bambaşka bir iklim, tiyatro… Yaşamın çiçeği… Bir gönenç çiçeği…

Her şeyin gümbür gümbür aktığı, bangır bangır bağırdığı bugün, tiyatro daha çok sessizliğimizle ilgili. Işıktan çok, karanlığımızla ilgili. Bir gaz lambasının, yahut mum ışığının çabasında, sessizliğimizde ortaya çıkan şeyle. İki insan sessizken ortaya çıkan şeyle… Bizi ilk atalarımızla buluşturan gölgelerimizle…

 

Bu yazı toplam 249 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Özgür İstanbul | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.