Bugün Türkiye’nin iki büyük sorunu vardır; bölünme tehlikesi ve ekonomik sıkıntı...
Her ne kadar ana muhalefet partisi ve muhalif kanallar 24 saat boyunca ekonomik sorunları gündeme getirseler de asıl tehlike, Türkiye’nin ciddi bir bölünme tehdidi ile karşı karşıya olmasıdır.
Geçtiğimiz yıl iktidarın küçük ortağının, “Öcalan gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. ...Umut hakkından yararlansın!” (22 Ekim 2024) çağrısı ile yeni bir evresi açılan “çözüm süreci” nde yine aynı aktörler, “Kürt sorunu ve barış” söylemleriyle sahnedeki yerlerini aldı. Konuya girmeden önce PKK terör örgütü ve “Çözüm süreci” konusunda geçmişe gidip kısa bir hafıza tazelemesi yapmakta yarar var.
70’lerden itibaren kuruluşunu tamamlayan PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan, 1979’da kaçak yollardan Suriye’ye geçti. Bugün Suriye diye ağlayanların çoktan unuttuğu ya da hiç bilmediği bir şekilde Suriye’nin başkenti Şam’da Suriye hükûmetince yaklaşık 19 yıl bir evde korunup kollandı. Örgütünü buradan yönetti. Filistin diye ağlayanlara da bir bilgi verelim: Lübnan’da Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi, El-Fetih, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi örgütlerle görüşen Öcalan, örgütünün Filistinlilerden eğitim almasını sağladı. Lübnan’ın Bekaa vadisinde 15 binden fazla PKK mensubu tahsis edilen kamplarda eğitim gördü.
1984’te ilk katliamını yaptı. O günlerde Özal’ın “üç-beş çapulcu” diye önemsemediği terör örgütü 1984’ten günümüze kadar Türk- Kürt ayırt etmeden asker ve aralarında bebekler, çocuklar, öğretmenler, devlet memurları gibi siviller olmak üzere 40 binin üzerinde insanı katletti. ‘90’larda Türkiye’ye iltica etmek isteyen mültecilere koruma kalkanı oluşturmayı amaçlamak bahanesiyle İncirlik ve Pirinçlik’e konuşlandırılan Amerikan “Çekiç Güç”, gönderdiği askerî ve sivil yardım malzemeleriyle PKK’nın güçlenmesine yardım etti. Kısaca PKK, bir ABD projesiydi.
Türkiye’nin baskıları sonucunda Suriye hükûmeti sınıra yakın PKK kamplarını kapatarak, Öcalan’ı ülkeden sınır dışı etti. Yunanistan, Rusya ve İtalya’nın kabul etmediği Öcalan, MİT’in titiz bir takibi sonucunda 15 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildi.
11 Eylül 2001’de ABD’nin ikiz kulelerine yapılan terör saldırısının ardından bu ülke önce Afganistan’ı, ardından da Irak’ı tamamen işgal etme kararı aldı. 11 Eylül bahaneydi, Asıl amaç Ortadoğu petrollerini ele geçirmekti. Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükûmeti iş başındaydı. Ecevit savaşa karşı çıktı, ABD ordusunun Türkiye topraklarını kullanmasına da izin vermedi. 2001 yılında CNN televizyonunda gazeteci Larry King’in, ABD’nin Irak saldırısı ile ilgili sorularına verdiği yanıtta şu tespitlerde bulunuyordu: “Bunun olmayacağını umuyoruz. Bu, Ortadoğu’yu çok istikrarsızlaştıracaktır. Irak’ın bölünmesine yol açacaktır ve bu da Türkiye’nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü için problemler yaratacaktır.” Anlaşılacağı üzere Bülent Ecevit, ABD’nin Irak’a saldırısını desteklememekteydi. Nitekim günümüzde Irak ve Suriye’nin fiilen üç parçaya bölünmüş olması; Filistin ve Gazze’nin neredeyse haritadan silinmesi ve Türkiye’nin Güneydoğusunun bölünme tehdidi ile karşı karşıya kalması, Ecevit’in bu tespitlerindeki haklılığını gözler önüne sermektedir.
2002’de, hükûmet ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli, birdenbire koalisyonu bozup, erken seçim çağrısında bulundu. 3 Kasım 2002 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti ya da AKP) tek başına iktidar oldu. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yasaklı olduğu için kısa bir süre başbakanlık koltuğuna oturamadı. Ancak tıpkı bir başbakan gibi ABD’ye davet edilerek başkan tarafından Beyaz Saray’da ağırlandı. (10 Aralık 2002) Koalisyon Hükûmeti’nin bir anda dağılması sürecinde yaşananlara burada detaylı olarak girmeyeceğiz. Ancak, bir fikir oluşması için Bülent Ecevit’in o günlerde basına verdiği açıklamalardan bazı satırları verelim:
“Keşke bilsem DSP’de ne olduğunu. ...Yıllarca hasta olduğum ileri sürüldü, değildim. ... Bülent Ecevit’in hastalık bahanesini kullandılar. Bu arada DSP’yle ilgili yurt içinde ve yurt dışında, eşi görülmedik bir komplo kampanyası uygulamaya konuldu. Bir yerlerden düğmeye basıldı. Bugüne kadar siyasal tarihimizde bir partinin başkanını ve onun eşini böylesine hedef alan bir siyasal kampanya görülmemiştir. ... Başlangıçta üç koalisyon ortağı da erken seçime karşıyız derken, bu sefer iki genel başkan erken seçime karşı çıkmadıklarını söylediler, biz bir anda açıkta kaldık. … Sayın Bahçeli’nin aniden erken seçim talebiyle ilgili görüşlerini rica ettim. Fakat bir araya geldiğimizde bunun mazeretini, gerekçesini bulamadım.” *
1999’da örgüt elebaşı yakalanmış, örgüt çökertilmişti ancak 2002’den sonra sanki görünmeyen bir el düğmeye basmış gibi şehit tabutları yeniden arka arkaya gelmeye başlamıştı. Irak savaşı için ABD’nin Türkiye’yi işgal planı olan 1 Mart Tezkeresi, (2003) iktidarın tüm baskılarına rağmen TBMM’de kabul edilmedi. Büyük tehlikeden kurtulmuştuk ama ABD, Kuzey Irak ve Suriye’de “Kürt bölgeleri” oluşturarak ve Suriye belasını başımıza sararak bunun acısını çıkartacaktı.
2009’da Öcalan'ın çağrısı üzerine 8’i Kandil Dağı’ndan, 26’sı da Mahmur Kampı’ndan olmak üzere 34 örgüt elemanı, örgüt kıyafetleriyle ve zafer işareti yaparak Habur’dan Türkiye’ye giriş yaptı. Diyarbakır’da binlerce kişi tarafından karşılandılar. Habur sınırında devletin hâkim ve savcılarının idaresinde çadır mahkemeleri kuruldu; “pişman mısınız” diye sordular, “değiliz, önderliğimiz talimat verdi, geldik,” dediler. Akabinde hepsi serbest bırakıldılar ve ülkenin içine dağıldılar… Diyarbakır’da Nevruz kutlamalarında kalaşnikof tüfekleriyle etkinlik alanlarında rahatça gezinen teröristler ve ABD’li yetkililerin örgüt temsilcileri ile çeşitli ülkelerde çekildikleri fotoğrafları basına yansıdı.
2012 yılının sonlarına doğru sözde Kürt sorunu için “Çözüm süreci” denilen bir süreç başlatıldı. Dönemin Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) müsteşarının İmralı Adası’na gidip Öcalan ile görüştüğü ortaya çıktı. Dönemin başbakanı Erdoğan, TRT canlı yayınında “Ada’yla görüşmeler halen var. Çünkü netice almamız lazım,” dedi. PKK’nın Meclis’teki partisi BDP’li vekillerden oluşan heyetler tarafından yoğun İmralı ziyaretleri başladı. Örgüt elebaşı, üç oda bir salon misali “misafir” edildiği yerde “hatırlı” üst düzey ziyaretçilerini ağırlamaya başladı. Televizyonu vardı. Bilgisayarı vardı. Küvet konulması bile düşünülüyordu. Konuldu mu bilmiyoruz, çünkü hatlar kesildi. Yalnız kalmasın diye birkaç terör mahkûmunu yanına yerleştirdiler. Arkadaş denize bile giriyordu; Tüm bu detaylar basın mensuplarının gözünden kaçmadı; haberleştirdiler, fotoğrafladılar... … İmralı yollarında tekne seferleri sıklaştırıldı. Teröristlere pişmanlık affı çıkarıldı.
Başbakan Erdoğan; Andımızın ilkokullarda kaldırılmasını, özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim verilmesini, siyasi partilere Türkçeden başka bir dil ya da lehçeyle propaganda imkânı sağlanmasını içeren yeni bir demokratikleşme paketi açıkladı. Türkçenin yanına ikinci bir dil olarak Kürtçe yerleşmeye başladı. Örgütün siyasî kanadının seçimlerde ele geçirdiği belediyeler, kendi aralarında aldıkları “çok dilli belediyecilik” kararı gereği Türkçe yazılı tabelalarını hem Türkçe hem de Kürtçe olarak değiştirmeye başladılar. Oysaki Danıştay, 2007’de Diyarbakır Sur Belediye Başkanını, bu kararı nedeniyle görevden almıştı. Uygulama belediyeler ile kalmadı; cadde, sokak ve meydanlara da Kürtçe isimler verildi. Kurtuluş savaşı sırasında İngilizler ile işbirliği yapan ve çıkarttıkları isyanlar nedeniyle Musul’un elimizden gitmesine neden olan “casus” tescilli Kürt isyancı liderlerin isimleri meydanlara verildi. Yetkililer “açılım hoşgörüsü” gereği ses çıkarmadılar.
Şımarıklık had safhadaydı: Örgütün siyasî kanadının bir temsilcisi, Türk Bayrağının yanında bizim bayrağımız da olsa fena mı olur,” dedi. Yüzleri kapalı bir grup, Diyarbakır’da 2. Hava Kuvveti Komutanlığı’nın arka kapısının olduğu bölgedeki duvardan atlayarak kışla içinde bulunan direkteki Türk Bayrağı’nı indirdi.
Tüm bu gelişmeler olurken 2009 yılında Türk hükûmet yetkililerinin PKK örgütü ile Norveç’in başkenti Oslo’da, İngiliz istihbarat yetkilisinin gözetiminde görüşmeler yaptığı iddiaları basında yer aldı. Yazılanlara göre birileri görüşmeleri basına sızdırmıştı.
Devam edecek...
Tülay –Hergünlü
İstanbul, 18 Şubat 2025
* 2002 yılına giden süreç, “Amerikan Bezi’nden Amerikan Çuvalı’na, Türkiye’nin Hafızası (1981-2002)” adlı kitabımızdan okunabilir. (Klaros Yay. 2022)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.