İnsanın kendisine, ailesine, içinde yaşadığı topluma ve vatanına sahip çıkması, insan olabilmesinin gereğidir. Hele bir de size oy verenlerin hakkı üzerinizdeyse sorumluluğunuz kat be kat artmış demektir.
Geçtiğimiz günlerde, her yönüyle ibret bir seçim yaşandı seçmen sayısı bin beş yüz civarında ve yaşlı nüfusun ağırlıkta olduğu bir beldede. Çankırı Dodurga seçiminden bahsediyorum. Seçimi açık ara kazananlar; “Bu seçimin zaferini ve 2023 Haziran seçimlerinin işaret fişeğini Dodurgalılar, Türkiye’ye ve dünyaya ilan etti.” (basın) dediler. Kazananlar; hibe araçlarını, döşenmek üzere kaldırım taşlarını ve alt yapı borularını yol kenarlarına seçim öncesi dizmişlerdi. Kimi basın mensubuna göre küçük beldede büyük siyaset vardı, kimine göre de perşembenin gelişi çarşambadan belliydi… Vatandaşın görüşü ise çeşitliydi ve basına şöyle yansımıştı: “Seçim bitince burada sinek bile kalmaz… Yirmi senedir çamurun içindeyiz, şehre gidemiyoruz… Beldede okul yok, çocuklar küçük bir araçla üst üste en yakın ilçeye gidiyorlar… Şimdiye kadar neredeydiler… Göz boyama… Muhalefet olumlu değil, ekonomik sıkıntıyı fazla gösteriyor… Kadından belediye başkanı olmaz (kadın aday için) başımıza taş yağacak…”
Ortada demokratik bir seçim yarışı olmadığı kesin. Seçmen, her türlü kafa karışıklığına rağmen hizmet alabilmek için iktidarı desteklemeyi zorunlu görüyor. Diğer yandan, muhalefetin başını çeken iki ana unsurdan -ki seçime girmediler- gelen açıklamalar şaşırtıcı ve aklı işaret etmiyor. Biri, “son gülen iyi gülecek” diyor, diğeri de “Madem Dodurga büyük zafer o zaman sandığı getir” diyor. Sayın muhalefet, sandık bir gün illaki gelecek. O zaman soralım: Türkiye’de âdeta kurtarılmış bölge gibi binlerce “Dodurga” var! Peki, sizler, ismen ve cismen oralarda olacak mısınız ve eğer olacaksanız bunun belirtilerini ne zaman göreceğiz? Yüz yıl önce vatana nasıl sahip çıkıldığını ve her türlü ihanetin içinde bile neler yapıldığını okurken yazmak zorunda hissettim Dodurga seçimini.
İlk Yunan saldırısının (22.06.1920) ardından Atatürk, çok çeşitli olay, kişi ve konuya değinir Nutuk’ta. Başlıkları sadece saymak bile nasıl bir kaos içinde olunduğunu gözler önüne sermektedir. Özellikle genç kuşakları bilgilendirmek adına biz de bu başlıkların bir kısmını verelim: Yeşilordu, Çerkez Etem ve kardeşleri, Celalettin Arif ve Hüseyin Avni’nin Erzurum’a gidişleri, Celalettin Arif’in Doğu illeri valiliğine atanma önerisi, Celalettin Arif’in kendi kendine Erzurum vali vekili olması, Doğu Cephesi’nde Ermenistan’a saldırı kararı verildiğinde yaşanan olaylar, Kâzım Karabekir Paşa ile yazışmalar, Ermenilerle savaşın başlaması, Gümrü Anlaşması (Ulusal hükümetin yaptığı ilk anlaşma), Trakya’daki durum, vatanseverlik namusunu yerine getirmeyen Cafer Tayyar Paşa, İkinci Konya ayaklanması, Gediz saldırısı, Çerkez Etem ve kardeşlerinin dedikoduları, İçişleri bakanlığına seçilen Nazım Bey’e karşı tavır… Bu yazımızda Yeşilordu’ya Nutuk’taki verilerle kısaca değineceğiz.
Ülkede iç ihanet sürmektedir. Ayaklananlar, Padişah’ın askerliği kaldırdığını, Ankara’daki hükûmetin meşru olmadığını yaymakta ve halifenin fetvasına dayanarak askerleri aldatmaktadırlar. “Gerçekten, birçok yerlerde, birtakım ordu erleri, asilerle çatışmaksızın tersine silâhlarını bırakarak köylerine, memleketlerine savuşuyorlardı.” der Atatürk. Milis birliklerinin devrimin amacını kavradığı düşünülmekteyken “orduyu, yeni anlayışa göre, bilinçli bir duruma getirmenin, o günlerin koşulları içinde pek zor olacağı” sanılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’ya göre; “sağlam bir düzen bağı isteyen ve emirlere koşulsuz ve duraksamasız uyulmasını gerektiren önemli askerlik görevleri ancak düzenli ordu ile mümkün” dür. Zaman kazanmak amacıyla milis kuvvetlerinden yararlanılabilir ancak bu kuvvetler “seçkin ve bilinçli kimselerden” oluşmalıdır.
O günlerde “Yeşilordu” adlı bir dernek kurulur. “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Hükûmeti’nin kuruluşundan sonra Ankara’da ‘Yeşilordu’ adı altında, bir dernek kuruldu. Bu derneğin, ilk kurucuları, pek yakın ve bilinen arkadaşlardı.” der Atatürk Nutuk’ta. Yeşilordu’yu kuranlar, yararlı bir iş yapacaklarını söyleyerek harekete geçerler ancak Mustafa Kemal Paşa’nın işleri fazlasıyla yoğundur ve bu “girişim” le uzun süre ilgilenemez. Yeşilordu’nun kurucuları ise örgütü genişletip güçlendirmek için tüm işlerin Mustafa Kemal Paşa’nın “bilgi, olur ve isteği ile” yapıldığını yaymaktadır. Böylece ulusal milisler meydana getirmek gibi sınırlı bir alandan çıkan örgüt çok genel bir amaca yönelmiş olur.
Mebus Çerkez Reşit Bey örgüt mensubudur; kardeşleri Çerkez Etem ve Teyfik Bey de örgüte girerler. “Etem ve Teyfik Bey birliklerinin bütün erleri, Yeşilordu’nun sanki temeli olmuşlar.” diye belirtir Atatürk. Çerkez Etem, Anzavur’u kovalamada ve Düzce ayaklanmasında başarılı işler yapınca, Yozgat’a gitmek üzere Ankara’ya getirildiğinde hemen herkes tarından övülür. Ancak Etem ve kardeşlerinin, “sonraki davranışlarından, kendilerine yapılan övmelerden kibirlendikleri ve dahası bazı hayallere kapıldıkları” anlaşılacaktır. Etem ve Teyfik Beyler, ordu birlikleri ve milis komutanlarına -rütbe ve görevlerine bakmaksızın- “aşağılayıcı ve saldırgan” tutum içine girerler. Komutanlar ise, Etem Bey’in “abartılı olarak işittikleri” hizmetlerinden dolayı, kendisiyle çekişmekten çekinirler. Şöyle der Atatürk: “Bundan şımaran Etem ve kardeşi Teyfik Beyler, Türk ordusunda değerli hiçbir subay ve komutan bulunmadığını ve kendilerini herkesin üstünde birer kahraman olduklarını sanmışlar ve bu sanılarını açıktan açığa, korkusuzca herkese söylemekten çekinmemeye başlamışlardı.” Bu kardeşler bu kadarla da kalmayacak, valilere ve herkese emirler verecek, emirleri yapılmazsa da asılmakla tehdit edeceklerdir. Etem Bey, Ankara hükümetine de etki etmeyi dener. Yozgat ayaklanmasını Ankara valisinin kötü yönetimine bağlayan Çerkez Etem, Vali’nin cezasının asarak öldürmek olduğunu belirtir ve bunu olay yerinde kendisi uygulamaya karar verir!!! Oysa Vali Yahya Galip “ulusal girişimlerde olağanüstü yararlılık” göstermiş biridir. Atatürk şöyle der: “İşte böyle birini, kendi eline, idam sehpasına vermeye bizi zorlamakla en büyük erk ve etkiyi kazanabileceğini düşünmüştü. Elbette Yahya Galip Beyi veremezdik ve vermedik.”
Atatürk, her şeye rağmen bu kardeşleri idare ettiklerini, Yozgat’tan sonra kendilerini Kütahya’ya gönderdiklerini belirtir ve sözü yeniden Yeşilordu konusuna getirir. Yeşilordu örgütleri Mustafa Kemal Paşa adına kurulmaya devam etmektedir. Atatürk, Malatya’da görev yapmakta olan Erzurumlu Nâzım Nazmi Bey’den bir mektup alır. Mektupta, Yeşilordu örgütünün “kendisini sevindirecek şekilde genişletilmeye çalışıldığı” yazmaktadır. Atatürk şöyle der: “Bu haber beni uyandırdı, bu gizli dernek hakkında incelemeler yaptım. Bu derneğin, zararlı bir biçim ve nitelik aldığı kanısına vardım. Hemen kapatılmasını düşündüm. Tanıdığım arkadaşları aydınlattım. Görüşümü söyledim, gereğini yaptılar.” Derneğin Genel Sekreteri Hakkı Behiç Bey ise derneğin kapatılamayacağını, derneğin durumunun sanıldığından daha büyük ve daha kuvvetli olduğunu “özel bir durum takınarak” söyler. Atatürk, derneğin kapatılması için çalıştıklarını ancak tam başarılı olamadıklarını ifade eder. Sonunda Yeşilordu hareketi İstiklâl Mahkemesi’ne götürülecek ve birçok gerçek ortaya dökülecektir.
Atatürk, yukarıda başlık halinde verdiğimiz tüm konuları açıkladıktan sonra ulusuna, tüm zamanlar için bir öğüt olarak şunları söyler: “…Sultanlarla, halifelerle yönetilen memleketlerde vatan için, millet için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır. Bu çoğu kez kolayca sağlanabilmiştir. Meclislerle yönetilen memleketlerde de en korkulacak konu, birtakım mebusların yabancılar adına ve onlar hesabına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet meclislerine kadar girebilmenin yolunu bulabilen vatansızlara rastlamanın beklenmedik bir şey olmayacağına tarihin, bu konudaki örnekleri ile inanmak zorunludur. Bunun için millet, vekillerini seçerken çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Milletin yanlış yapmaktan korunması için tek çıkar yol, düşüncesi ve yaptıklarıyla milletin güvenini kazanmış siyasî bir partinin seçimlerde millete yol göstermesidir. Genellikle ulus bireylerinin, adaylıklarını koyan her kişi hakkında karar vermeye yarayacak güvenilir bilgilere ve gerçeğe uygun görüşe sahip bulunacağını kabul etmek, teorik olarak düşünülse bile, bunun gerçeğin kendisi olmadığı, denemelerin deneyimiyle yadsınamaz bir gerçek durumuna gelmiştir.” “Yüzüncü Yıl” seçimleri için de altın değerinde ifadelerdir bunlar.
Yaşananlar; “Mustafa Kemal’in kimlerle, hangi şartlar içinde, hangi mihnetlere katlanarak yürütmeye çalıştığı mücadelenin büyüklüğünü bütün çetinliği ile canlandırıyor.” ifadesini kullanmıştır Şevket S. Aydemir, ünlü eseri “Tek Adam” da. Vatanseverlik her yerde ve her vesile ile varlığını hissettirebilmek ve yol gösterebilmektir. Ülkenin aydınlığı için yola çıkmışsanız; sadece beyanat vererek, karşı çıkarak ya da bildirge dağıtarak başarılı olamazsınız; ismen ve cismen her yerde olmak zorundasınız.
Canan Murtezaoğlu