İnsanın iyi yada kötü davranışsal eğilimlerinin altında hep geçmiş yaşamın kalıntılarının izi vardır. Bazen nedenini hiç bilemediğimiz kötü davranışları yargılar neden insanların birbirlerine bu kadar fazla zarar verdiğini düşünürüz.
Ve çoğu kez de bu düşünceler anlam bulamaz. Çünkü karşımızdaki insanın nasıl bir yaşamdan geçtiğini, nerede örselenip ruhlarının öldürüldüğü hakkında en ufak bir bilgi birikimine sahip değilizdir.
Bir insanın büyüme evresinden başlayan kırılma, sevgisizlik, önemsenmeme gibi onu insan yapmaya iten duygu durumları taa çocukluk süreçlerinden itibaren dağılıp parçalanmışsa bu insanın kendisini tamir edebilmesi çok zordur…
İnsanın çocukluğuyla başlayan süreçte eğer ruh sevgiyle beslenip büyütülmeye bırakılmış ise bu insanın yaşamsal ve ruhsal yolculuğu da sevgiyle tamamlanır…Ruhu sevgi sarmalıyla donatılan bir çocuğun ne evrene bir zararı dokunur, nede bir başka varlığı ruhsal anlamda zarara uğratma eğilimi taşımaz…
Ruhları yağmalanarak büyümeye zorlanan çocukların sosyal davranışları başta olmak üzere ikili ilişkileri hep hasarlıdır. Kendilerini düzeltmek için çaba göstermiş olsalar da ruhlarının bir tarafından yaşam boyu kan damlar, acı damlar, hüzün damlar…
Bu insanlar sevgiden beslenemezler çünkü sevgiyi hiç bilememişlerdir. Acıdır onları besleyen kindir öfkedir birilerini yakıp yıkarak hayatta kalmayı amaç edinirler…Bedenleriyle birlikte duyguları katılaşmış kalpleri nasırlaşmıştır.
Onlar sadece kendi tatminlerini sağlamak için varoluşlarını devam ettirirler. Narsist eğilimlerinin kimlerde nasıl yıkıcı etki yaratacağı düşüncesi bu tür insanlar için üzüntü sebebi olarak görülmez. Keyif alıcı bir durumdur.
Başkalarının acılarından keyif duymayı yaşamsal döngü olarak gören özü parçalara ayrılmış bu canların ruhlarında sevgiye dair hiçbir kırıntı barınamaz..
Bu insanların geriye dönüp özlerini tamir etme, iyi insan olma yolunda ilerleme, öze küsmüş kırılmış hırpalanmış çocuğu sevme ve onu bağrına basarak tekrar hayata döndürme çabaları da hiçbir zaman oluşmaz.
Ruhları örselenen bir çocuğun bir başkasının acısını hissetmesi de beklenemez elbette.. Onaramamıştır kendisini kırılmış, parçalanmıştır her bir yanı…
Etrafımız hasta ve ruhları sevgi yoksunluğu içinde büyümeye mecbur bırakılmış can çekişen insan varlığı ile dolu… Bu insanların başlangıçta size karşı hoşgörülü veya mütevazi olmaları sadece maskelemedir.
Oysa o maskenin ardında hayata küsmüş ve çok kez yara alarak yalpalamaya çalışarak yaşam yolculuğu içinde savrulmaya çalışan yaralı bir çocuk kalmıştır.
Ve o çocuğun yaraları yaşam süreci boyunca açık kalır. Bu çocuğun kimilerine göre acımasız oluşu, vurdum duymaz oluşu, duygusal hissizlik yaşaması hep o geçmişte yarım bırakılmış iç çocuğunun iç isyanın çığlığıdır aslında…
Bedensel olarak yetişkin görülen ancak, yaşam süreci boyunca ruhu öldürülmüş olan bu çocuk, ruhu güzel olan dünyaya güzel bakabilmeyi öğrenmiş başka ruhlarla karşılaştığında onları da tıpkı kendisine dönüştürür.
Kalpleriyle birlikte ruhlarını çocukluğunda kaybeden insanları acıları öylesine derin, öylesine dışına vurmuştur ki, göz avurtları birer yangın yeridir. Çığlık atar yaşam boyu ancak bu çığlığı duyan canı sarmalayan insan yoktur karşısında...
Bundan dolayı karşılaştığımız her bir insanın kötücül davranışlarını sorgularken yaşama başlama süreçlerini göz önüne alarak sorgulamaya kalkın…