Ozza Galata'da Söyleşi

YUNUS EMRE YÜCEBAŞ

Geçtiğimiz hafta, arkeolog ve edebiyatçı Ayşe Övür'ün Ozza Galata'da vermiş olduğu Mitolojide Kadın Kahramanlar başlıklı söyleşi mevcuttu. Mekânsal bağlamda, dıştan terk edilmiş bir sokaktaki depoyu andıran bir kombinasyona sahipti olan Ozza Galata'nın kapısı. Zili çalmış olduğunuzda muhatap bulmanız da çok kolay değildi. Şans eseri bir yer kapıyı açsa bile bu defa giriş katta herhangi bir insan görmek kabil olmuyor, zemin altındaki kata inmek gerekiyordu. Yapının dışı böyle olmasına karşılık içi ise nezaket eğilimli bireylerden oluşan bir portre sunuyordu. Bu etkinlikte, söyleşinin düzenlendiği yerde katılımcılara ikramlar dağıtıldığına şahit oldum. Ki, bir söyleşide ikram verildiğine ilk defa tanık olduğumu ifade edebilirim. Bu bakımdan da nezaket yönü yüksek olan bir organizasyon olduğunu ifade etmek kabil.  

       Gelgelelim kitap fuarları dışında özel alanlardaki söyleşi/seminerleri çok fazla düzenleyen isimlerden birisiydi Ayşe Övür. Bu konuda Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Süleyman Doğan'a ayrı bir parantez açmam lazım. Bu isimler, kitap fuarlarının haricinde de çok fazla söyleşi/seminere çıkıyor ve konuşmacı oluyorlardı. Övür'ün, bir sene içinde iştirak ettiğim 4. konuşma etkinliği olmuştu. Esasen şahsi kanaatim imza merkezli olmadığı için bunun daha ziyade seminer olduğu yönünde idi. Ancak, seminerin nispeten daha akademik bir ifade biçimi olması sebebi ile olsa gerek, organizasyonda söyleşi olarak ifade ediliyordu. 

 Konuşmada, Athena gibi Yunan mitolojisindeki tanrıçalardan bahsediliyordu. Gaia gibi, lisans felsefe derslerinde adı çok sık geçen kavramlar da hasıl oluyordu. Ayşe Övür, İstanbul  Üniversitesi kökenli bir arkeolog olduğu için olsa gerek spekülatif bağlamda Yunan mitolojisinin tesirinde idi. Bununla beraber, yine İstanbul Üniversitesi'nin ilk sene felsefe derslerinde de felsefe ile Yunan mitolojisi arasında spekülatif bağlam oldukça kuvvetli idi. Velev ki, bazı zamanlarda mitolojiyi felsefe zannetmek dahi kabil olabiliyordu. Ancak bu, mantıksal değil sezgisel bir bağlamda gelişiyordu. Mevcut söyleşi vesilesi ile arkeolojinin de felsefe gibi mitoloji ile iltisak halinde olduğunu düşünmeye başlamıştım. Konuşmanın sonlarına  doğru Ayşe Hanım, mevcut politik konjonktür dolasıyla edebiyat camiasındaki belli kalemlerin yeni kitaplarını yayınlamaya ara verdiğini ve beklemeye geçtiklerini beyan etmişti. Kendisinin de dördüncü romanı için beklemeye geçtiğini ifade etmişti. Bu kısım da düşündürücü bir konuydu.

    Ayşe Övür'ün söyleşisinden bir gün sonra ise, perşembe günü ise (bu defa Beyoğlu'nda değil) Şişli'de Ali Cüneytkılcıoğlu'nun yazdığı, Nihat Alptekin'in yönettiği ve Ece Özdikici'nin canlandırdığı bir piyes olmuştu. Piyese doğrudan iştirak etmek gibi bir düşüncem aslına bakarsak yoktu. Ancak, BirGün'den bir gazeteci arkadaşım, kendisine ayrılan davetiye hakkını o gün başka işleri olmasından ötürü bana armağan etmişti. Normalde, piyeslere pek meraklı bir kimse olmasam da nezaket icabı, davetiye geri çevrilmez düşüncesi ile piyese iştirak etmiştim. Tek kişilik bir piyes olup oldukça homojen bir dokuda idi. Esasen piyeslerin birkaç kişilik olduğunu düşünmek akla daha yatkın gelse de öyle bir durum mevzubahis olmamıştı. 

  Nihayet, cuma günü şu sıralarda başlamış olan Darıca Kitap Fuarı'na başvuru yaptım. Ancak, Darıca Belediyesi'nin önceki yılların aksine, çok fazla mahalli yazar fuara iştirak ettiği ve standlarda yer kalmadığı için, artık ilçe dışında ikamet eden yazarları fuara alamadığını öğrendim. Bu gelişme de biraz düşündürücüydü. Nitekim Darıca Kitap Fuarı, önceden de pek etkili geçen bir fuar etkinliği sayılmazdı. Fuarda, standlar ekseriyetle ziyarete hasret bir görüntü çizerdi. Aslında Darıca yerine Gebze merkezli bir fuar olsaydı verimlilik açısından daha iyi neticelere haiz olmak kabil olabilirdi…