Nisan ayı da geride kalmak üzere. Üsküdar’da düzenlenen kitap fuarına dair telefon görüşmesi yaptım. Ancak, maalesef Darıca’da meydana gelen yer olmaması sorunu burada da karşımıza çıkmıştı.
Öte yandan ay içindeki önemli gelişmelerden birisine değinmek münasip olur. Geçtiğimiz hafta başında, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Bomonti’de yer alan binasında, Bomonti Konferans Salonu’nda bir konuşma etkinliği hasıl olmuştu. Etkinliğe, Beykent Üniversitesi Cihangir Enstitüsü’nden Doç. Dr. Nihan Bozok’un vermiş olduğu habere binaen iştirak etmiştik. Enstitü topluluğu içinden mevcut konferansa iştirak eden çok az kişi vardık. Bu tür akademik konuşmalar, ekseriyetle içe kapalı bir görüntüde tezahür ettiklerinden haliyle, Bomonti’ye vardığımız vakit binaya girip giremeyeceğimizden tam olarak emin olamıyordum. Hakikaten de normal bir halk kütüphanesi, kitap fuarı veyahut Minoa Pera gibi özel kitabevlerindeki söyleşi veya seminerlerde olduğu gibi elinizi kolunu sallayarak içeri girmek kabil olmamıştı. Öyle ki, güvenlik tarafından kimlik bilgileri istenmiş ve kayıt tutulmuştu.
Kafa karışıklığının hasıl olmaması için belirtmekte yarar var: İşbu mekan adının, Bomonti Konferans Salonu olması aldatmasın. Konuşma konferans değil sempozyum türünde olmaktaydı. Konferanslar ile sempozyumlar arasında nüanslardan bazıları, konferanslarda daha çok sempozyumlarda daha az sayıda dinleyici olması, konferanslarda dinleyici kesiminin de entelektüel olmak durumu, sempozyumlarda ise böyle bir mantık algoritmasının mevzubahis olmaması gibi örneklemler öne çıkarılabilir. Bunlar, temel farklılıklar olarak görülebilir. Bununla beraber, konferans sanki bir uzmanın merkezde olduğu bir konuşma biçimi gibi dururken, sempozyumda bu durum grup uzman biçimine evrilen bir görüntüdedir. Bütün bunların nihayetinde belirtmek gerekir ki, işbu konuşma etkinliğinin resmi adı 3. Görsel Sosyoloji Sempozyumu olmaktaydı.
Konuşma boyunca moderatör, Tuğba Taş idi. Konuşmacılar ise Süheyb Kurt, Özge Calafato, Ceren Acun, Denizcan Kabaş olmaktaydı. Konuşmacıların hepsi tahmin edileceği üzere akademisyen mesleğinden olmaktaydı. Bu tarz üniversite ortamlarında, tersi bir durumla. -Bunun doğru veya yanlış olup olmadığı ayrı bir başlık altında sorgulanabilir. Ancak, konunun dağılmaması açısından şimdilik tematik bir strateji izlemek daha doğru gibi- karşılaşmak pek mümkün olmamaktaydı. Bunlar içinde Süheyb Kurt’un, söz konusu salon içinde olmaması ve konuşmaya teknolojik cihazlar vasıtası ile bağlanmasına ayrıca parantez açmak gerekirdi. Nitekim mazide iştirak ettiğim söyleşilerde hakeza bir duruma tanık olmamıştım. Buna emsal bir vaziyet, daha ziyade iş dünyasındaki teknik toplantılarda hasıl olurdu mantıken. Buna mukabil, mevzubahis sempozyumda da emsal bir portre hasıl olmakta idi. Süheyb Kurt’un konusu ise türkü barlar üzerine olması genellikle musiki dünyasıyla ilişik olan ve akademik entelijansiyaya uzak görünen bir konunun dahi sosyolojinin ilgi alanına girdiğini göstermesi bakımından önemli bir noktaydı. Özge Hanım ve Ceren Hanım’ın konuşmaları ise daha soyut nitelikte gibi durmaktaydı. Her iki konuşmacı da soprano bir seda ile konuştuğundan dolayı söylenenler, salonun enginliği içinde gittikçe daha da hafifliyordu adeta. En ilginç konuşma ise, Denizcan Kabaş’ın yapmış olduğuydu. Otoetnografi isimli bir edebi türden yola çıkarak sunum yapılması bu sonuncu temayı en ilginç kılan yönlerden birisiydi şüphesiz. Nitekim bir yerde hem bilimsel hem edebi yönü olan egzotik bir tür söz konusuydu. Bununla beraber, mekan olarak entegre olduğu Buca’daki sosyolojik yapıyı lanse eden Denizcan Bey, çeşitli görsellerden de çok kez istifade ediyordu. Buca’daki kentsel dönüşüm hareketlerini ilçeye etkisi anlatılıyordu. Öyle ki, 2010’lu yıllar öncesinde bölgede ikamet eden eski toprak kimselerin yavaş yavaş azaldığı beyan ediliyordu. Oldukça kozmopolit bir ilçe olduğu da vurgulanlar arasındaydı. Nitekim levantenlerden banliyö sakinlerine kadar farklı dokuda insanların ilçede iç içe yaşadığı tasnif edilmişti. Konuşma, süre olarak epey uzun sürmüştü. Ortalama bir söyleşi veyahut seminer, ekseriyetle 30 dakika ile 2 saat arası ortalama olarak 1 saat civarı sürerken bu sempozyum kişi çokluğunun da tesiri ile birkaç saat sürmüştü. Öyle ki, saat 10.00’da başlayan etkinlik, 13.30’da ancak bitmişti. Sorulara ise geçilmemiş ve ara verilmişti. Aradan sonraki etapta ikinci defa oturum yapılacak ve sonra bir soru furyası başlayacaktı. Bizler ise bunun beklemedik. Konuşmaya iştirak eden diğer arkadaşla beraber Mecidiyeköy merkezde bulunan Cevahir AVM’ye yemek yemeye sirayet ettik.
Bu etkinlikten bir sonraki hafta yine pazartesi günü ise bu kez edebiyat dünyasında, Kocaeli’nin önde gelen isimlerinden gazeteci ve yazar Resul Orman’ın, Gebze Kültür Merkezi’nde, yine saat 10.00’da başlayan, Çoban Mustafa Paşa Sempozyumu isimli tarih temalı bir etkinliği vardı. Bunun adının da Mimar Sinan'daki gibi sempozyum olması oldukça düşündürücü idi. Nitekim Sayın Resul Orman, akademik değil medya kökenli bir kimse olmaktaydı. Ayrıca, ortam da akademik bir mekan değildi. Burada bir kavramsal sorgulama yapmak kabil olabilir belki. Maalesef, resmi bir işlemin aynı saate denk gelmesi sebebiyle ona iştirak etmek kabil olmamıştı. Bütün emekçilerin 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı şimdiden kutlarım. Esen kalın.