6 yıl önce Kobani'nin İŞİD teröristlerince kuşatılmasından kurtarılması için HDP'nin çağrısı üzerine sokak gösterileri başlamış ve 37 kişi hayatını kaybetmişti. Bu konuda yapılan soruşturmalar ve açılan davalar sonuçlanmıştı. Şimdi, yeni gizli tanık ifadelerine dayanarak yeniden davalar açılıyor. Bir çok tutuklama var. Seçimle gelmiş belediye başkanlarının görevine son veriliyor ve yerlerine kayyum atanıyor. Seçimle gelmiş olanların seçimle gitmesi demokratik sistemin bir gereğidir. Seçimle gelmiş olanların görevden alınmaları seçmen iradesini hiçe saymaktır. Demokrasilerde seçmen iradesi meşruiyetin kaynağıdır. Bu meşruiyetin tanınmadığı yerde demokrasiden bahsedilemez. Ancak¸seçilmiş olmak yasa dışı davranış özgürlüğünü de hiç kimseye vermez. Demokrasi yasalara uyulan disiplinli bir yönetim sistemidir. Seçilmişler yasaları çiğnemişse bunun hesabını vermek zorundadır. Seçilmiş olmaları onları bu sorumluluktan kurtarmaz. Gizli tanık ifadelerine göre; HDP Kandil'den aldığı talimata göre halkı sokağa davet etmiştir. Bu elbette büyük bir suçtur. Hesabı da mutlaka sorulmalıdır. Gizli tanık ifadelerinin hukuku hukuksuzluk yapmak için kullanıldığını, geçmişte yaşanan hukuksuzluklardan biliyoruz. Siyasi hesaplarla düzmece gizli tanık ifadeleri hukukun ortadan kalkmasının en önemli etkenidir. Hukuku kullanarak hukuksuzluk yapmak ve bunu siyasi rant için yapmış olmak, demokrasinin temeline dinamit koymaktır. Kobani'den dolayı yapılan tutuklamaların hukuksuzluk yönü ağır basar gibi görünmektedir. Umarım yanılırım.
AKP iktidarının çeşitli oyun ve hilelerle getirmiş olduğu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi demokrasinin dibe vurmasına zemin hazırlamıştır. Bütün güçlerin tek elde toplanması yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmış yargıya olan güveni, büyük ölçüde, sarsmıştır. Artık hukuk, hukuksuzluk yapmak için kullanılmaya başlamıştır. "Adalet mülkün temelidir" ilkesinin hiçbir etkisi kalmamıştır. Bu ortamda yargının hukukun gereğini yapacağına inanmak pek kolay değildir. Yargı hukukun gereğini yapmaktan ziyade siyasetin emrini yerine getirmekten sorumlu tutulmaktadır. Hukukta din gibi siyasi hesaplara kurban edilmektedir.
Bütün bunlardan daha yıkıcı ve daha tehlikeli olan, Türkiye Cumhuriyetinin, dinci ve faşist bir yönetim olan, İslam devleti haline getirmek için alınan yoldur. Devleti tarikat ve cemaatlerin işgal etmiş olması, Milli Eğitimin dinci eğitime dönüştürülmüş olması, Diyanet İşleri Başkanlığının harcamalarının akıl almaz boyutlara ulaşmış olması, sayısız Kuran kursları, ihtiyacın çok üstünde açılan imam hatip liseleri ve devlet kadrolarının dinciler tarafından doldurulması için yapılan işe almalar, bu yolun kilometre taşlarıdır. Menzil tarikatından yobaz ve meczup bir yaratığın GATA'nın başhekim yardımcılığına kadar yükselmiş olması durumun vahameti gösteren örneklerden biridir.Şimdi bir yol ayrımına gelmiş bulunuyoruz. Ya Kuran anayasadır deyip, 1400 yıl önce konulmuş kurallara göre yaşamımızı düzenleyip karanlığa gömüleceğiz veya hayatın gerçeklerini, akıl ve bilimi esin kaynağı kabul edip aydınlığa yürüyeceğiz. Önümüzdeki seçimler tercihimizi belirleyecektir.