Kimsenin “haberinin olmadığı” 19. Tümen (1)

Canan Murtezaoğlu

Kimsenin “haberinin olmadığı” 19. Tümen (1)
 

Şevket Süreyya Aydemir diyor ki; “Tarih belki de hiç kimsenin eseri değildir. O, kendi örgüsünü kendi tezgâhında, kendisi dokur. İnsanlar, fikirler ve devletler bu tezgâhın örgüsünde, onun kanuniyetlerine göre işlenir dururlar. Eğer bu kanuniyetler içinde bir yerimiz, bir misyonunuz varsa ve onu kullanmayı başarabilirsek tarihin örgüsüne renk, şekil veririz. Bu örgüye damgamızı vururuz.”

İttihatçılar, Fethi (Okyar) Bey’e Sofya sefirliğini teklif ederler. Teklifi getiren Talat Bey’dir. Durumun teyidi için, Mustafa Kemal ve Fethi Bey, Cemal Paşa’nın evine giderler. Cemal Paşa, “Kemal, sen de oraya gitmelisin.” diyecektir. Teklifler ister istemez kabul edilir. (Kasım, 1913) Falih Rıfkı bu kararı incelediğinde şöyle diyecektir: “Gitmeyip de ne yapacaktı? … Ne orduda kalarak Enver’le uyuşmasına veya çarpışmasına ne de politikacı olarak İttihatçılarla uzlaşmasına veya savaşmasına imkân vardı.”

Sofya’daki ataşemiliterlik görevi âdeta sürgündür. Dünya Harbi başlamıştır. Mustafa Kemal, Avrupa’daki durumu değerlendirdiği ve İstanbul’da bulunan Dr. Tevfik Rüştü (Aras) Bey’e yazdığı mektuplarda şöyle der; “… Bu savaş çok uzun sürecektir. Ona girmekte geç kalınmaz; bundan korkup acele etmeyelim… Ve böyle mekik gibi bir doğuya bir batıya gide gele Alman ordusunun hali ne olur?..” (1914)

Mustafa Kemal, Sofya’da unutulmuş gibidir, kırgındır ancak; “… Şahsî gücenikliklerimi katiyen bir takım menfi teşebbüslerle tatmine kalkmak adiliğine tenezzül etmem…” düşüncesiyle yürümeye devam edecektir. Vatan ve millet sevgisiyle dolu olan bir yüreğin bu cümlesini genç kuşaklara aktarmak Cumhuriyet’e borcumuzdur. Bugünkü siyasetin ihtiyacı olan, tam da bu sarsılmaz karakter yapısı değil midir?

Mustafa Kemal’in huzursuzluğu her geçen gün artmaktadır: “Türkiye Almanlar cephesinde vaziyet alırsa… Türkiye Almanlar için harbe girerse? Şu İstanbul’dakilerden her şey beklenir!..”

Arkadaşı olan Sefir Fethi Bey’i sürekli uyarır ve, “… Bu harp bizim harbimiz değil!… Aslına bakarsan benim burada ne işim var ki?” der. Körü körüne bir Alman hayranı olan Enver Paşa için ise; Bu Enver’e bu kadar ön vermeyecektik, Fethi!..” diyecektir.

Fethi Bey’in tek yaptığı ise sessizce dinlemek olacaktır.

Avrupa’da peş peşe harp ilanları başlamıştır. Türkiye de Almanya ile ittifaka girer, Dünya Harbi’nin altıncı günüdür. Bugün artık belgelerle de kanıtlanmıştır ki; “İttifak yapılırken ne padişaha ne kabineye ne Meclis’e haber verilmiştir.”

Ardından, İngilizlerden kaçan iki Alman harp gemisinin Enver Paşa’nın onayı ile Çanakkale’ye sığındığı bilgisi gelir. Saray damadı Enver bu olayı; “Müjde, bugün bir oğlumuz oldu!” cümlesiyle duyurur. (11 Ağustos 1914) Aydemir, şöyle yazar bu cümlenin ardından:

“Evet, belki bir çocuğumuz olmuştu ama, bu çocuk pek yakında ve hiç acımadan anasını boğacaktı…”

Birtakım oyunlarla iki Alman gemisi “Türkleştirilir” ancak iki geminin de kumandası, başına buyruk Amiral Souchon’ un elindedir ve Souchon doğrudan doğruya Alman Genelkurmayı ile hareket etmektedir. Alman İmparatoru Wilhelm de Bulgaristan Kralı Ferdinand’ın kendi saflarında olduğunu belirten mektubunu cebinde taşıdığını söyler.

Oysa bu düpedüz yalandır ve ardından da facia patlak verir.

Alman Sefareti ve Amiral Souchon’ un saldırı fikri, Enver ve Cemal Paşaların tertibiyle gerçekleşir. Türk bayrağı çekilmiş, kırmızı fesli Alman mürettebattan oluşan iki gemi Karadeniz’e geçer, Rus şehirlerine ve donanmasına saldırır. Karadeniz saldırısından 13 gün sonra resmi harp ilan edilecektir. İmparatorluğun kaderini, Almanya, Avusturya ve Macaristan’ın kaderine sorumsuzca bağlayanlar; “birbirinden sorumsuz, birbirinden mutaassıp” dört kişidir: Enver Paşa, Talât Bey, Halil Bey ve Mısırlı Sadrazam Sait Halim Paşa!

Haberi okuyan Mustafa Kemal, Sefir Fethi Bey’e şöyle diyecektir: “Enver’den ancak bu beklenirdi. Türkiye bu harpten sağ çıkamaz…”

1923’e gelindiğinde, “Demokrasi, insan ırkının umududur.” diyecek olan Mustafa Kemal, elbette Saray ve uzantısı olan her türlü kavramın ne anlama geldiğini yakından bilmekteydi. Bu kavramlar, Türk milletinin gün yüzü görememesi demekti. Ne acıdır ki, bir asır sonra Türk milleti yine bu kavramlarla yüz yüze! Şimdinin sorumluları ise Cumhuriyet değerlerini şekilden ibaret sanan sözde aydınlarla, demokrasiyi araç olarak kullananları alkışlayanlar ve Veda Hutbesi’nde, “Soyunuzdan sopunuzdan medet umarak benim yanıma yaklaşmayın.” diyen bir Peygamber’e inandıklarını söyleyenlerdir.


***
Mustafa Kemal “Ben ordunun, kayıtsız şartsız bütün sırlarıyla Alman Askeri Heyetine verilmesine, teslim edilmesine çok müteessirdim. Daha karar verilmeden önce bir tesadüfle bu olayı öğrendiğim vakit sesimin erişebildiği makamlara kadar itirazlarda bulunmayı vazife saydım. İtirazlarıma hiç kimse cevap vermedi… Cevap vermeye lüzum görmedi.” diyecektir.

Mustafa Kemal, ülkeye dönme isteğini, “Ordu içinde rütbemle mütenasip herhangi bir vazifenin bana verilmesini rica ettim.” ifadeleriyle defalarca dile getirmiştir. Ülkesi kanlı bir savaşın içindeyken, bir sefarethanenin bomboş salonunda oturmaktan bunalmıştır. Cevap gelmediği takdirde görevini bırakıp İstanbul’a gitmeyi kafasına koyar, “ne olacaksa olsun” dur. Nihayet İstanbul’dan beklediği cevap gelir; 19. Tümen Kumandanlığına atanmıştır.
***
Sarıkamış faciası yaşanmış, Enver İstanbul’a dönmüştür. Mustafa Kemal de İstanbul’a gelmiştir ancak bir sürprizle karşılaşır; tümenini teslim almak için Genelkurmay’a gittiğinde bu tümenin varlığından kimsenin haberi olmadığını öğrenir. Enver Paşa’yla görüşen Mustafa Kemal, 19. Tümen’in nerede ve hangi kolordunun emrinde olduğunu sorar. Rengi solmuş Enver Paşa’nın cevabı, kesin bilgi için Genelkurmay’la görüşmesi gerektiği yönündedir. Oysaki Mustafa Kemal, bizzat kendisinin Erzurum’dan gönderdiği bir telgrafla bu göreve tayin olmuştur.

“Mustafa Kemal, doğru Genelkurmay dairesine başvurur.” Kendisini On Dokuzuncu Tümen Kumandanı Yarbay Mustafa Kemal diye tanıttığında ise “herkes şaşkınlıkla onun yüzüne bakar.” Mustafa Kemal daha ileride şöyle diyecektir: “Düşününüz, âdeta sahtekâr vaziyetinde idim.”

Liman von Sanders Paşa’nın dairesine başvurması söylenir fakat Paşa’nın kurmay başkanı Kâzım Bey’in de bilgisi yoktur 19. Tümen hakkında. Mustafa Kemal’e, 3. Kolordu’nun yeni bir tümen kurmayı tasarlamış olabileceğini ve bu nedenle Gelibolu’ya gitmesini öneren Kâzım Bey, “Hareketinizden önce sizi Kumandan Paşa ile görüştüreyim.” der. Mustafa Kemal sonunda Liman von Sanders’le görüşür ancak sorusu yine cevapsız kalır. Sanders’i asıl ilgilendiren, Sofya’da ataşemiliter olduğunu öğrendiği Mustafa Kemal’in, Bulgarların harbe katılıp katılmayacakları konusundaki görüşleridir. Mustafa Kemal, Bulgarların Alman ordusuna güven duymadıklarını ve bu konuda da haklı olduklarını belirtir. Bu cümle üzerine Sanders öfkeyle ayağa kalkar. Bu ayağa kalkış, Mustafa Kemal’e, odadan çıkması gerektiğinin işaretidir. Daha sonra Çanakkale’de ancak eşit şartlarda karşılaşacaklardır.

Düşmanın, Çanakkale Boğazı’na yönelerek; Ertuğrul, Seddülbahir, Kumkale ve Orhaniye tabyalarına ilk taarruzu 3 Kasım 1914’tür, ileriki aylarda da tekrarlanacaktır. Mustafa Kemal o günlerde hâlâ Sofya’dadır ve henüz İstanbul’dan cevap alamadığı günlerdir. Cevap, 20 Ocak 1915’te gelecektir.

Yukarıda ifade edilen sürecin sonunda, Mustafa Kemal birtakım zorluklardan sonra Tekirdağ’da kuruluş halinde bir 19. Tümen bulacak (2 Şubat 1915), kuruluşunu tamamlayacak ve tümen karargâhını Maydos’a (Gelibolu yarımadası) nakledecektir.

107 yıl önce 1915’in 25 ve 26 Şubat günlerine işte böyle gelinmiştir.

Mustafa Kemal, 19. Tümen Komutanlığı üzerinde olmak üzere, Maydos Bölgesi Komutanı olarak da görevini sürdürür. İngiliz ve Fransız harp gemilerinden oluşan Birleşik Filo, Çanakkale Boğazı’nın, 19 Şubat 1915’te tahrip edilemeyen bazı giriş tabyalarını yeniden topa tutar. Karşı topçu ateşimizle düşman gemilerine ağır kayıplar verdirilir ancak tabyalarımız da ağır tahribata uğramıştır.

Ertesi sabah Birleşik Filo, Çanakkale Boğazı giriş tabyalarını yine topa tutacak, öğleden sonra bir müfreze Kumkale’ye diğer müfreze de Seddülbahir’e çıkacaktır. Ancak kuvvetlerimizin direnişi ve ateş açmasıyla düşman, çıkış yaptığı gemilerine geri dönecektir. Mustafa Kemal, Sağ ve Sol Yan Müfreze Komutanlıklarına verdiği emirlerle, düşman müfrezelerinin saldırmaya çalıştığı yerlerin önemine dikkat çekecek ve çıkarma yapmaya devam eden Birleşik Filo, 4 Mart’ta yeniden püskürtülecektir.

18 Mart 1915’e gelindiğinde ise Çanakkale denizden geçilmez olacak, ardından kara savaşları başlayacak, iki ay önce “kimsenin yerini bilmediği” 19. Tümen, Mustafa Kemal Atatürk’ün komutasındaki binlerce askeriyle çarpışmaya devam edecek ve Gelibolu yarımadasında tarih yeniden yazılacaktır.

 

Canan Murtezaoğlu

 

Yararlanılan Kaynaklar:
Şevket Süreyya Aydemir; Tek Adam, Cilt I, s.172-211
Prof. Dr.. Utkan Kocatürk; Kaynakçalı Atatürk Günlüğü
Niyazi Ahmet Banoğlu; Atatürk’ün İstanbul’daki günleri, s. 35