Bu sefer yolumuz Kars’a düştü.Aslında, “taammüden” düşürdük desem daha doğru.Türkiye’nin “çatısına” çıkıp, manzaraya tepeden bakalım istedik.Şaka değil; Kars-Erzurum Platosu, “Türkiye’nin çatısı” denilen bir bölge. Erzurum’dan sonra, bu bölgenin en yüksek şehri Kars… Yüksek olduğu için Türkiye’nin en soğuk yerlerinden biri haliyle. Kışın soğuğunda,-20 derecede ne işin var Kars’ta diyebilirsiniz. Birileri o soğukta, oralarda yaşıyorsa; 3-5 gün de biz üşüsek, incilerimiz dökülmez herhalde dedik, gittik koşa koşa. İyi ki de gitmişiz! Hayatında “-20” dereceye muhatap olmamış biri olarak, azıcık korkmadım desem yalan olur. Derin dondurucu bile -18 derece sonuçta! İster misin, kaşım kirpiğim buz tutsun da çatır çutur dökülsün! Allah muhafaza!Neyse ki korktuğumuz gibi değilmiş çok şükür! Deniz kıyısında olmadığı için kuru olan hava, -20 dereceyi bile İstanbul’un -4’ü falan gibi hissettirdi bana. Korkudan “Robocop” gibi giyinmemizin payı olabilir mi bu durumdan bilemedim! İstanbul’dan gelen biri olarak, merkezdeki 85.000’cik nüfusu ortalıkta bulabilmek için, zaman zaman çaba sarf etmemiz gerekse de, bu durumdan pek şikâyetçi olmadık doğrusu. Önce minik bir bilgi vereyim; MÖ 300’lerden günümüze kadar adı hiç değişmeden gelmiş, en eski Türkçe isme sahip şehir Kars. Karsak Türkleri’ nin verdiği bu isim, “tilki” anlamına geliyor. Sağda solda gördüğümüz tilkileri düşününce, çok da şaşırmadım doğrusu! Farklı dillerde, “kapı”, ya da “soğuk, buz tutan yer” anlamları da varmış. Kars; Kırım Savaşı döneminde, 3 yıllık kuşatmadan dolayı, Abdülmecit tarafından “Gazi” unvanını ilk alan, adına madalyonlar bastırılan bir yer. 1877 yılında Ruslar bölgeyi alana kadar da kullanılmış bu unvan. Pek çok etnik unsurun birlikte yaşadığı, otantik bir şehir Kars…Türk, Kürt, Azeri, Terekeme ve Çerkezler çoğunlukta olmakla beraber; Malakanlar, Ahıska Türkleri, Gürcüler, Kıpçak Türkleri, Ahırkelek’in kuzeyinden gelen Türk boyları daha azınlıkta kalanlar… Şehri dolaşırken göze çarpan; “Rus Bölgesi” ve “Osmanlı Bölgesi” denilen kısımların kendine has mimarileri, bu konulardan hiç anlamayan kişilerin bile ayırt edebileceği nitelikte. 40 yıl boyunca Rusların hâkim olduğu döneme ait, 100-130 yıllık masalsı yapılara rastlıyorsunuz. Rastlıyorsunuz rastlamasına da, bugün ne halde olduklarını hiç sormayın! Bir kısmı restore edilip kullanılmakla birlikte çoğu bina, tarihe ve sanata duyduğumuz sonsuz saygıdan(!) olsa gerek, harabe durumda. Örneğin o dönemde yapılan 4 tane opera binası şu an kaderine terkedilmiş durumda.“Restore” edilen kimi binaların çatılarını görünce gözlerimize inanamadık, resmen alüminyumla kaplanmıştı! Hadi izin verdiler kapladın, tarihi eseri perişan ettin, bari ismini kazımasaydın “Nejat” kardeşim ya! Ha bir de “Necdet” var, onun da hakkını yemeyelim! Kırk yılık egemenlikleri süresince Ruslar, Kars’a çok şey katmış belli. Dokunuşlarının izleri, 100 sene sonra bile gözlemlenebiliyor ve adeta şehrin karakteri olmuş yaptıkları binalar. Bazı bölgelerde halen kullanılan alt yapı ve “ızgara şeklindeki şehir planı”, o dönemden kalmaymış. Ruslar gelirken, gitmeyi pek düşünmemişler anlaşılan! Bu toprakların kaderinde, “sürgün” yeri olmak var galiba. Ruslar burayı sürgün amaçlı kullanmış zamanında. Savaş gözlemcisi olarak gelen Rus yazar Aleksandr Puşkin de buraya sürgüne gönderilenlerden mesela.Malakanlar ve Duhaborlar da öyleymiş! Ha bir de, “Millet Bahçeleri” var! Ruslar döneminde kurulan ve yakın geçmişe kadar açık olan “Millet Bahçeleri” nde,yatıp yuvarlanıp kek yiyorlar mıydı bilmem ama, erkekler takım elbiseli, kravatlı, cep mendilli kıyafetlerle ve fötr şapkalarıyla gezerlermiş; İstanbul’un eski Beyoğlu’ su gibi… Türkiye’nin ilk kız lisesi 1894’de burada kurulmuş. Ruslar’ dan sonra da eğitim devam etmiş.Göçlerle bozulmadan önce, tavan süslemeli konaklar, varlıklı ailelerin hemen hemen hepsinde piyanoların olduğu evler varmış. Her ne kadar bugün bu yapı pek kalmamış olsa da, aydınlık yüzlü, potansiyeli yüksek halkın kokusunu alabiliyorsunuz.Türkiye’de ilk kurulan 3 Köy Enstitüsü’nden birinin Cilavuz (Susuz) Köy Enstitüsü oluşu bile, o potansiyelin işareti kanımca. Gelelim “Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi”ne. Bence sırf burayı görmek için bile gelinir Kars’a. İnanın orayı anlatmaya kelimeler yetmez.Önce şunu belirteyim Kars; 46 tane tabyasıyla, Türkiye’de en çok tabyanın (savunma yeri) inşa edildiği yer. “Ne ka tabya, o ka savaş anlayacağınız!”2017 yılından beri “Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi” olarak hizmet veren “Kanlı Tabya”ya girince, içerideki atmosfer sizi kendinizden alıyor. Sesler, video görselleri, balmumu heykellerle yapılan canlandırmalar, etnografik malzemeler, savaş malzemeleri vs. tüylerini diken diken ediyor insanın. Çoğu sıcak bölgelerden, ayaklarında çarıklarıyla gelip, Allahuekber dağlarında -30,-40 derece soğukta donarak ölen, siste kaybolan askerlerin canlandırıldığı çeşitli bölümlerde gördükleriniz, gerçekten yürekleri sızlatacak nitelikte. Duvarda oynatılan video görselinde, Ruslar tarafından esir alınarak götürülen asker ve köylüleri görüyorsunuz. Beyaz çakıl taşlarıyla döşenmiş zemin “karı”, ışıkla aydınlatılmış onlarca “çarık” askerleri, yan duvarlarda karşılıklı şekilde tasarlanmış aynalar “sonsuzluğa yürüyüşü”, buzlu camın ardından belli belirsiz görülebilen insan figürleriyse, siste karda kaybolan on binlerce askeri temsil etmekte. Balmumu heykellerle zenginleştirilmiş bölümlere girerken, yüreğinizin ağzınıza geleceğini garanti ediyorum. Öyle gerçekçi ki heykeller, sanki her an size bir şey diyecek gibiydiler! Yüzlerindeki hüznü, acıyı birebir hissedebiliyorsunuz. En içimi acıtan da, asker mektupların sergilendiği bölüm oldu. Onları okuyup da gözyaşlarınıza hâkim olmak mümkün olamıyor. Hangi vicdan; düşmanın bile annesini düşünen bir ana yüreğine; oğluna dik durmasını öğütleyen bir babanın metanetine; kardeşini arayan bir askerinyüreğinin sesine sağır kalabilir ki? Allak bullak olmuş şekilde müzenin dışına çıktığınızda sizi, Ruslar tarafından Kazım Karabekir’e jest olarak hediye edilen beyaz bir vagon karşılıyor. Kars-Erzurum hattında gelip giderken bu vagonu kullanmış Kazım Karabekir. Ancak; Erzurum’dan daha öteye geçememiş bu vagonla. Neden derseniz; Kars-Erzurum arası tren rayları Rusların bu bölgeye hâkim olduğu sıralarda döşenmiş,fakat dünya standartlarından daha geniş!Vagon, sadece o raylarda gidebiliyor anlayacağınız. Eh bu da Rusların savaş taktiği olsa gerek! Oralara kadar gidip de, Anadolu’nun son toprağına ayak basmadan olmazdı, biz de bastık!Arpaçay nehrinin kenarında Ermenistan sınırında, 100 seneden fazla Ermeni Krallığına başkentlik yapmış Ani Antik kenti (1001 kiliseli yer) sözünü ettiğim.Türklerin Anadolu’da ilk fethettikleri ve fetihten sonra ilk camiyi yaptıkları, ayrıca ilk tek tanrılı din kabul edilen Zerdüştlüğün de yayıldığı yer “Ani”. Mutlaka görülmeli, hikâyeleri dinlenmeli. Bir de Çıldır Gölü’ nün donmuş suları üzerinde keyifli bir gezi keyfi yapıp, enfes sazanlarından yemeli. İnsan ister istemez, buz kırılır mı, gölü boylar mıyım falan diye düşünse de, keyfine varınca ikinci dakikada unutuyorsunuz, korkmayın40 cm buzun üzerinde gezinmek çok keyifli gerçekten! “Peynir Müzesi”, tek başına bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Peynirin de müzesi mi olur demeyin. Camekânda kaşar peynirler, gravyer peynirleri; onları yemeye çalışırken enselenen fareler, sıçanlar falan sergileniyor değil elbet Peynir Müzesi’nde. Dedim ya orası, tek başına bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Şarkılarında, türkülerinde, âşıkların dillerinde, Mustafa Kemal’e minnettarlıkları var bu aydınlık yüzlü insanların. Genlerinde kültür var sanat var, vatan sevgisi var, bunu hissedebiliyorsunuz. Azıcık silkelenip üstündeki toprağı atsa, harikalar yaratacak potansiyel çıkacak ortaya; 5-6 yıl öncesine kadar şehre gelen tiyatrolar yeniden gelecek, opera binalarından yükselen aryalar Kars’ın dört yanında yankılanacak. Şehrin her yanı heykellerle donatılacak, eminim kimse onlara “ucube” diye bakmayacak. Köklerinde var olan sanat ve uygarlık tohumları yeniden yeşerecek. Bu toprakların insanlarında bu potansiyel var. Sözü, oraların âşıklarına öykünerek bitirelim. Soğuğu, buzu, karı, Ketesi, pitisi, kazı, Üstüne de sıcacık un helvası! Almayı unutmayın kaşarla, sımışkayı! Bekle bizi Anadolu'mun güzel diyarları.