Dörtlüye yemin

Canan Murtezaoğlu

 

 

Mekkî surelerle ilgili vatandaş okumamızın onuncusundayız. “Saklı levha” başlıklı önceki yazımızda ilhamın kaynağını, yaradılışın sırrını, beynimizin çalışma düzenini ve genetik talimatları taşıyan DNA konusunu uzmanlarına bırakmış ve yazımızı Ömer Hayyam’ın, “varlık denizi” ni sorgulayan ve “Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır, delen yok” ifadesinin de yer aldığı ünlü rubaisi ile sonlandırmıştık.

Vatandaş okumamıza Kur’an’dan, kaldığımız yerden devam edelim.    

İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre yirmi altıncı sure Tîn’dir. (İncir) Surede geçen göksel kavramlar Biz ve Allah’tır. Hitap Muhammed peygamberedir. İncire, zeytine, Sina Dağı’na ve güvenli kente yeminle başlayan surenin 4-5. ayetlerine göre insan “en güzel biçimde” yaratılmış ancak sonra “aşağıların en aşağısına” indirilmiştir. İnanan ve yararlı işler yapanlara kesintisiz ödül olduğu halde, hesap gününü ya da dini yalanlatan nedir diye sorulur. Sekiz ayetten oluşan bu kısa sure, “Allah, yargıçların en bilge olanı değil midir?” ya da “Allah, hakimlerin hakimi değil mi?” sorusuyla biter.

Yemin edilen ilk iki kelime yani incir (tîn) ve zeytin (zeytun) konusunda iki farklı görüş mevcuttur. Bunlardan biri meyve olduklarıdır; çünkü ticari kazanç açısından önemli ürünler olan incir ve zeytin, insan sağlığı için de çok yararlı iki gıdadır. Diğer görüş meyve olmadıkları; bu isimlerle hatırlanan kutsal yerler olduklarıdır. Bunların neresi olduğu konusunda da kaynaklarda üç ayrı görüş vardır. İlk görüş; Tîn ve Zeytun’un birer dağ ismi olduğudur. Biri Şam’daki Tîn Dağı, diğeri de Kudüs’teki Zeytin Dağı’dır. Kutsal kabul edilen bu topraklardaki iki dağda iyi incir ve zeytin yetiştiği için bu adlarla anılmışlardır. İkinci görüş bunların mescit olduğudur; Tîn, Dimaşk (Şam) Mescidi, Zeytun da Kudüs’teki Beyti Makdis Mescidi’dir. Üçüncü görüş de iki belde oldukları yönündedir; Tîn Dimaşk, Zeytun da Beyti Makdis’tir.

Yeminin diğer iki ögesi Sina Dağı ve güvenli kenttir. Sina Dağı, Afrika kıtası ile Arap Yarımadası arasında kalan Sina Yarımadası’ndadır ve Musa peygamber öncülüğündeki İsrailoğullarının (İbraniler) Mısır’dan çıkarken durdukları, Musa’nın Tanrı ile konuştuğu ve “On Emir” i aldığı yerdir. Güvenli kentin de Mekke olduğu kabul edilmiştir; çünkü Kâbe buradadır. Muhammed peygamber burada doğmuştur ve ilk “vahiy” aldığı yer yani Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası da buradadır.

İncir, zeytin, Sina Dağı ve güvenli kent üzerine yapılan yemin nedeniyle üç semavi dinin aralarında bağlantı, iç içelik ve aktarımlar olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. İster meyve adı olarak, ister “peygamberlik” kavramının ve üç dinin ortaya çıktığı ve kutsal kabul edilen yerler olarak bu dörtlü; Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an’da sıklıkla geçmektedir. Bazı örnekler verelim:

Zebur: Mezmurlar: “Ama ben Tanrı’nın evinde yeşeren zeytin ağacı gibiyim, Sonsuza dek Tanrı’nın sevgisine güvenirim.” (52/8) “Yüreklerini sevindiren şarabı, Yüzlerini güldüren zeytinyağını, Güçlerini artıran ekmeği hep sen verirsin.” (104/15) “Yer sarsıldı, Göklerden yağmur boşandı Tanrı’nın önünde, Sina Dağı sarsıldı, Tanrı’nın, İsrail’in Tanrısı’nın önünde.” (68/8) “Tanrı’nın savaş arabaları sayısızdır, Rab kutsallık içinde Sina’dan geldi.” (68/17) “Bağlarını, incir ağaçlarını vurdu, Parçaladı ülkenin ağaçlarını.” (105/33)

Tevrat: “Tanrı Sina Dağı’nda Musa’yla konuşmasını bitirince, üzerine eliyle antlaşma koşullarını yazdığı iki taş levhayı ona verdi.” (Mısır’dan Çıkış, 31/18) “Sina Dağı’nda olan RAB’bin, İsrail’in Tanrısı RAB’bin önünde Dağlar sarsıldı.” (Hakimler, 5/5) “Güvercin gagasında yeni kopmuş bir zeytin yaprağıyla akşamleyin geri döndü. O zaman Nuh suların yeryüzünden çekilmiş olduğunu anladı.” (Yaratılış, 8/11) “Ambarda hiç tohum kaldı mı? Asma, incir, nar, zeytin ağaçları bugüne dek ürün verdi mi? Bugünden başlayarak üzerinize bereket yağdıracağım.” (Hagay, 2/19) “İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.” (Yaratılış, 3/7)

İncil; Luka: “Sen başıma zeytinyağı sürmedin, ama bu kadın ayaklarıma güzel kokulu yağ sürdü.” (7/46) “İsa’yı görebilmek için önden koşup bir yabanıl incir ağacına tırmandı. Çünkü İsa oradan geçecekti.” (19/4) “İsa Zeytin Dağı’ndan aşağı inen yola yaklaştığı sırada, öğrencilerinden oluşan kalabalığın tümü, görmüş oldukları bütün mucizelerden ötürü, sevinç içinde yüksek sesle Tanrı’yı övmeye başladılar.” (19/37)

Rab-Tanrı-Allah ve peygamber ilişkisinin açık alanlarla değil de mağaralarla, dağlarla özdeşleşmesi de üzerinde düşünülmesi ve sorgulanması gereken bir konudur.

Cisim ve ruh olarak “en güzel biçimde” yaratıldığı ifade edilen insanın, sonrasında “aşağıların en aşağısına” indirilmesi, yaratılana meydan okumanın bir başka örneği olsa gerektir. Bu bağlamda Alâk suresindeki “Öyleyse kafadarlarını çağırsın, Biz de Zebanileri çağıracağız.” (17-18. ayetler) ifadesini ve devamındaki surelerde de yer yer “ateş” le meydan okunduğunu hatırlatalım.

“En güzel biçimde” yaratılan ifadesi için yapılan yorumlar insanın; maddi-manevi her türlü güzelliği kapsayabileceği, gelişip olgunlaşabileceği, fıtratı gereği yavaş yavaş kıvama gelebileceği şeklindedir. Ancak bir sonraki ayetten anlaşılacağı üzre iman edenler “en güzel biçimde” kalırken, iman etmeyenler “aşağıların en aşağısına” gidecektir. “Aşağıların en aşağısına” ifadesi için yapılan yorumlara göre “Biz” tarafından reddedilmiş insanlar özetle; güzellik yerine çirkinlik, gelişme yerine gerileme, sağlık yerine hastalık, gençlik yerine kocalık, aklın ustalığı yerine cehalet, iş yapmak yerine tembellik, hürriyet yerine esaret, refah yerine darlık, yücelik yerine horlanma içinde olanlardır ve cehenneme ya da cehennemin an alt tabakasına gideceklerdir! Bu düşünce tarzına bakılırsa örneğin; geri bırakılan toplumlar, esaret altında tutulanlar, hastalananlar, yaşlananlar, yoksul olanlar topluca cehennemliktir. Bu yorumlarla ne bir yere varılabilir ne de bunlar dünya hayatı ile bağdaşabilir; ancak bu düşünce tarzı toplumların yönetilmesinde tarih boyunca dayanak olmuştur. Biat edersen hayatını cennete çeviririm, etmezsen cehennemi yaşatırım yol ve yöntemi, demokrasinin ve laikliğin korunmadığı ülkelerde hükmünü sürdürmektedir.

Ayrıca, semavi dinlerin ortak atası İbrahim peygamberin klasik kabullere göre yaklaşık 4 bin yıl önce yaşadığı ve üç semavi dinin de bu 4 bin yıllık bir süreçte aynı bölgede oluştuğu düşünülürse, örneğin günümüzde ortaya çıkarılan ve 10 bin-12 bin yıl önceye tarihlenen yerleşim yerlerindeki insanoğlunun durumu ne olacaktır ya da daha öncekilerin? Burada yine soracağız: Din ya da peygamberlik kavramının oluşmasındaki amaç toplumları yönetmek midir? Dinin amacı ödül ya da ceza olduğuna göre; “hesap gününü ya da dini yalanlatan nedir” sorusu sorulur 7. ayette. Bir önceki Büruc suresinde olduğu gibi burada da kalın bir iman-inkâr çizgisi görmekteyiz. Yorumlardaki şu benzetme de ilginçtir: Hakimler, hükümdarlar “isyan edenlere ceza, itaat edenlere mükâfat” verirken “hakimlerin hakimi” olan Allah, “hükmünü infaz etmez, ceza vermez, dinini yürütmez olur mu?” Rab’bin yönetme sistemi ile kral, padişah, halife, çar, gibi yöneticilerin sistemleri arasındaki benzerliğe “Üçlü döngü” başlıklı yazımızda dikkat çekmiştik. Bu surede de benzer bir düşünce yapısını görmekteyiz ve şu soruyu sorabiliriz: Göklerdeki düzen mi yeryüzüne inmiştir, yerdeki düzen mi iş ve oluşu göklere bağlamıştır?

 Ayrıca, bugün dünyayı, üzerlerine yemin edilen “incir, zeytin, Sina Dağı ve güvenli kent” dörtlüsü yönetiyor dersek çok da yanlış söylemiş olmayız.

Devam edecek…

 

 

Canan Murtezaoğlu