Danışan “diktatör” den günümüze

Canan Murtezaoğlu

 

 

1920 Meclisi’nin kürsüsünün arkasında gümüş harflerle yazılmış şu cümle vardı: “…durum hakkında onlara danış.” Bu, Kur’an Al-i İmran yani İmran Ailesi suresinin 159. ayetinin bir bölümüdür. Bu ifade, o günkü Meclis’in çalışmalarına yön veren demokrasi ruhunu da yansıtmaktadır. Yürütme de yasama da Meclis’in yetkisindedir. Bunun adı, “Meclis Hükûmeti Sistemi” dir ve dünyada başka bir örneği yoktur. Bu sistem, Cumhuriyet’in ilanına kadar yürütülen sistem olacaktır.

 

İtilaf devletleri durumdan hoşnut değildir. Ankara hükûmetinin varlığını reddeder, milliyetçileri “Kemalistler” olarak tanımlar, Mustafa Kemal’e de “diktatör” gözüyle bakarlar. Oysa ki Mustafa Kemal Paşa seçilmiş bir mebustur, veto yetkisi yoktur ve Meclis’in geçirdiği yasaları imzalamak zorundadır. Sadece, Türkiye’de demokratik bir hükûmet kurmak için “muhteşem kişisel gücünü” kullanmaktadır.

 

23 Nisan 1920’de yeni hükûmet resmi olarak göreve başladığında Mustafa Kemal Paşa Meclis’in çalışma sistemi ile ilgili iki yol sunar. Onun cümleleriyle verelim: “Olağanüstü koşullarda bulunan tüm milletler şu seçeneklerden birini kabul eder: Ya yasama organını askıya alır ve hükûmetin yürütme koluna tüm gücü verir ya da tüm millete danışarak hareket eder. Tartışmaya, tam özgürlük veren İslam dinimize de dayanarak, ikinci yolun daha iyi olduğu fikrindeyiz ve bu yüzden tüm milletin kendi iradesiyle yönetildiğini görmek istiyoruz… Bugün Türkiye’de sizden üstün güç yoktur… Şüphesiz ki karar size aittir.”

 

O günlerde Ankara’da bulunan ve Meclis çalışmalarını izlemesine izin verilen “Public Ledger” gazetesinin yazarı Amerikalı Clarence Kirschman Streit, bu konuşmayı anılarında şöyle değerlendirecektir: “… Kendi demokratik gelenekleriyle gurur duyan Batı ülkelerinin başkanları ve başbakanları ve milletleri Dünya Savaşı’na girdiğinde mutlak güç talep etmişlerdi. Fakat yönetimleri uzun zamandır bir despotluk örneği olan Türklerin lideri, elinin altındaki diktatörlük güçlerini reddetmekle kalmayıp, Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin o ciddiyetini bile hükümetini, herhangi bir Batılı gücün barış zamanlarında dahi olduğundan daha demokratik bir temel üzerinde kurmak için kullandı.”

 

Mustafa Kemal Paşa’nın savunduğu ilkeler Anayasa’nın ilk sözleri olacaktır: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Mustafa Kemal Paşa, Streit’la görüşür ve ona şöyle der: “Türkiye’nin şimdiki ve gelecek rejimi halkın mutlak egemenliğine dayanacaktır. Türk halkının varlığı ve gücü hilafetin ve saltanatın gücünün gerçek kaynaklarıdır.”

 

Gazeteci Streit, daha sonra Mustafa Kemal Paşa’ya şu soruyu sorar: “Yeni anayasanız yasama ve yürütme güçlerini bilhassa Meclis’e verdi. Bu durum mevcut Sultan’ın konumunu ileride nasıl etkileyecek?”  Mustafa Kemal Paşa gülümser ve şöyle der: “Anayasamızı kabul edecek ya da çekilecektir. Bizim isteklerimize boyun eğen başka bir sultan bulmak kolay olacaktır.” O günlerde sultan, Vahdettin’dir. İslam dünyası, zayıflığı ve milliyetçilere karşı olan düşmanlığı nedeniyle Vahdettin’e husumet içindedir.

 

Bugüne gelince... Birçok eksiklikleri de olsa Türkiye’de demokrasi var olmuştur ancak demokrasi kavramı 2002 yılından beri artık “amaç değil araç” olarak kullanılmaktadır. Meydanlarda gösteri malzemesi yapılan Kur’an’ın “… durum hakkında onlara danış” cümlesi belli ki bir anlam ifade etmemektedir. Zaten 2018 itibariyle yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile hükûmet kurma yetkisi, yürütme yetkisi cumhurbaşkanındadır. Artık başbakan da yok, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bakanları veya bakanlar kurulunu düşürmeye yönelik gensoru verme yetkisine sahip değil. Milletvekilleri artık sözlü soru önergesi veremiyor, bütçeyi cumhurbaşkanı belirliyor ve meclise sunuyor. Mevcut AKPli cumhurbaşkanı, TBMM'deki 23 Nisan özel oturumuna katılmadı. Tercihini İsmailağa Cemaatinin şeyhinin cenazesine katılmak yönünde kullandı. Kısa bir süre önce hayır duasını almıştı ve onların işareti ile de İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kalkmıştı.

 

“Belli ki” leri çoğaltmak mümkündür… Yapılması gereken, kuruluş felsefesinin yeniden hayat bulmasını sağlamak için çalışmak olmalıdır. Bunun için de öncelikle Çanakkale’nin, çocuk şehitlerini hatırlamakla işe başlanmalıdır. Ruhları şâd olsun.


 

Canan Murtezaoğlu

 

(Yararlanılan Kaynak: Bilinmeyen Türkler; Bahçeşehir Üni. Yayınları, s. V. Bölüm, 2011)