Ramazan Bayramı, siyasî partilerde yoğun olarak yaşandı; İstanbul-Ankara arasında mekik dokundu. Bayramlaşmalar hem parti içinde üyelerle hem de partiler arasında gerçekleşti. Siyasetçilerin; sevgi, saygı, barış, huzur, birlik ve kardeşlik dilekleri sosyal medyada yer aldı. İktidar partisi bayramlaşmalarının tamamını video konferans yoluyla yaparken diğer partiler yüz yüze görüşmeyi tercih ettiler. Cumhurbaşkanı dahil, siyasî parti liderleri bayramı aileleriyle geçirdiler.
Bu ezberi bir kişi bozdu: İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu. O, geniş aile buluşması için Doğu Karadeniz’e, memleketine gitti; Rize, Trabzon ve Artvin’de halkla buluştu, bayramlaştı ve onlara seslendi. “Ayrışmayı kendine ilke edinenlerden Allah memleketi korusun!” dedi, “Hep beraber düzelteceğiz. Millet kazanacak millet! Bir kişi değil, millet kazanacak!” dedi. (basın)
Burada bir vatandaş okuması yapalım: 6’lı masanın parti başkanları ve demokrasi için mücadele eden diğer parti başkanları da bir sürpriz yapıp kendi memleketlerinde bir “geniş aile” bayramlaşması yapsalardı, umudu artırmak adına iyi olmaz mıydı?
Umudu artırmak adına bakın devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk neler yaptı?
Nutuk’ta, “Ankara’ya gelen mebuslarla yaptığım görüşmeler” bölümü ve devamından anlıyoruz ki; mebuslar, “tek tek veya küçük küçük gruplar halinde gelip gittiler.” Aynı günlerde topluca bir arada olamadılar ancak hepsine aynı ana noktalar günlerce tek tek anlatıldı, tekrar üzerine tekrar yapıldı.
Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerini okuyalım: “Her şeyden önce, iç gücünün, yürek ve vicdan gücünün yüksek tutulması şarttır. Bunu bilirsiniz. Biz de bu gücü artırmak üzere, ilkin; iç ve dış durumun güven verici ve iç açıcı niteliğinde ve gelişmesindeki noktaları ve yönleri araştırarak açıklamaya ve kanıtlamaya çalıştık… Sonra; belirli bir amaç etrafında bilinçli ve kararlı olarak birleşmenin, sarsılmaz kuvvet olduğu gerçeğini, yorulmaksızın tekrarladık. Bir toplumun, yaşamasının ve mutluluğunun, ancak emelde ve emellerini gerçekleştirmesi yöntemlerinde tam birlik olmasına bağlı olduğunu anlattık… Vatanın kurtarılması, bağımsızlığın sağlanması amacına yönelik ulusal birliğimizin, köklü, düzenli örgütlerin varlığına ve bu örgütleri iyi yönetebilecek kafaların, güçlerin bir tek beyin ve bir tek enerji niteliğinde birleşik ve kaynaşmış duruma gelmesine bağlı olduğunu söyledik!”
Atatürk’ün yukarıdaki sözleri ve özellikle, “bilinçli ve kararlı olarak birleşmenin nasıl bir kuvvet olduğunu yorulmadan, tekrar tekrar anlatmak” düşüncesi; ülkeye nefes aldırmayan, maddi-manevi enkaz yaratan dinci siyasetlere dur demek isteyen tüm siyasî ve sivil kuruluşlar için çok önemli ve bir o kadar da uyarıcı bir yol haritasıdır.
1920’ye dönelim…Temsilci Kurul, İstanbul’da açılacak olan Mebuslar Meclisi’nde, “güçlü, birleşik bir grup oluşturulması zorunluluğunu” ortaya koyar. Devlet, çökme ve yıkılma kargaşası içindedir. Atatürk şöyle der: “Böyle anlarda, kaderini kendi eline almakta aymazlık gösteren milletlerin, gelecekleri karanlık ve yıkımdır.”
Atatürk’ün sonraki cümleleri ise âdeta ders notu gibidir: “Türk milleti, bu gerçeği anlamaya başlamıştı. Bu kavrayış sonucudur ki, kurtuluş umudu veren, içtenlikli her çağırıya koşmakta idi. Ancak uzun yüzyılların uyuşturucu yönetim ve eğitiminin etkisinde, bir toplumun, bir günde, bir senede kurtarabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru değildir. Böyle olduğundan, durumu ve gerçeği bilenler, elden geldiğince kendi milletini aydınlatarak ve ona doğru yolu göstererek, onlara, kurtuluş yolunda kılavuzluk etmeyi, en büyük insanlık ödevi bilmelidirler.”
Erzurum ve Sivas Kongrelerinde ulusal istek belirlenmiş ve dile getirilmiştir. Bu ilkelere bağlı olduklarını açıkladıkları için millet tarafından milletvekili seçilen kişilerden bir grup kurmaları istenir: “Hakları Savunma Derneği Grubu”. Bunlar, “milletin kutsal emellerini cesaretle dile getirecek ve savunacaktır.” Sonrasında, “milletin emel ve amaçlarının kısa bir programa temel olacak şekilde topluca yazılması” görüşülür. Ulusal Ant’ın ilk müsveddeleri kaleme alınır.
Atatürk, burada bir konuya dikkat çeker. Görüştükleri mebuslar “düşünce ve kanıda” ortak kalarak ayrılmışlardır. Ancak şu soruyu sormak zorunda kalacaktır: “Fakat, İstanbul Meclisi’nde, Hakları Savunma Derneği Grubu diye bir grup kurulduğunu işitmedik. Niçin?! Evet, niçin? Buna bugün yanıt isterim!” Cevabı da yine kendisi verecektir:
“Çünkü, Efendiler; bu grubu oluşturmayı, vicdan borcu, millet borcu bilmek durum ve yeteneğinde olan efendiler, inançsızdılar… korkaktılar… bilgisizdiler. İnançsızdılar; çünkü, millî emellerin gerçekliğine ve kesinliğine ve bu emellerin dayanağı olan Ulusal örgütlerin sağlamlığına inanmıyorlardı. Korkaktılar; çünkü, Ulusal Örgüt’ ten olmayı tehlikeli görüyorlardı. Bilgisizdiler; çünkü, kurtuluşun tek dayanağının millet olduğunu ve olacağını kavrayamıyorlardı. Padişah’a dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, yumuşak ve ince davranarak, büyük amaçların elde edilebileceğine inanmak aymazlığını gösteriyorlardı. Bundan başka, Efendiler; gördükleri iyiliği unutuyorlardı ve bencildiler… Ulusal ülkünün ve Ulusal Örgütlerin, kısa bir sürede sağladığı saygınlık ve varlığı küçümsüyorlardı. Yaratılmış olan durumun ve varlığın kolayca elde edilebileceği sanısına ve kuruntusuna kapılmakla çirkin gururlarını doyurma sevdasına düşüyorlardı.”
İnsanın, siyasetçinin yozlaşmışlığını, halk diliyle “çizdim ama oynamıyorum” zihniyetini her satırda görmemek mümkün değil!
Ders alındığını görmek de pek mümkün değil!
Ancak; millet olarak dinci zihniyetin elinde oyuncak olmayı, memleketin “mülteci/misafir” gibi sıfat taşıyanlarla âdeta kuşatıldığını, siyasetçi ve iş insanlarının nalıncı keseri gibi hep kendilerine yontan tutum ve davranışlarını, adaletsizliği, yoksulluğu, yolsuzluğu, eğitimsizliği ve son kertede küfürbazlığı kabullenmek ve sindirmek de artık hiç mümkün değil!
Diğer yandan, bu zihniyetten kurtulma isteğinin “vatanın bütün ufuklarında” yankı bulması için bir çalışma içinde olmak mümkün!
“Ulusa dayanarak her nerede olursa olsun, milletin kutsal emellerini cesaretle dile getirecek ve savunacak” çalışmalara başlamak mümkün!
Yoksulluk ve adaletsizlikle boğuşan bir toplumu sarsabilmek için “olumlu ancak aykırı” eylem ve söylemlerde bulunmak mümkün!
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “7 gün karanlıkta kalma” sı, kendisine ve ailesine hakaret edilen Zafer Partisi lideri Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın Meclis’ten İçişleri Bakanlığı önüne yürümesi ya da İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun memlekette bayramlaşma gezisi yapması, toplumu duyarlı olmaya davet eden eylemler olarak ve çoğalmaları dileğiyle çok mümkün!
Siyaset kurumları, milletimizle birlikte; yüz yılı da aşan zihniyet kavgasına dur demeyi, birliği sağlamayı ve bunun için her yolu aramayı mümkün ve vaz geçilmez kılmalıdır!
Türk milleti; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinde yaşamayı mümkün kılmalıdır!
Canan Murtezaoğlu