Covit-19 salgını başladığından itibaren gelişmiş ülkeler aşı çalışmalarına başladı. ABD, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin gibi ülkeler aşı üretiminde başı çekiyor. Üretimi olmayan ülkeler ise aylar öncesinden, gereken miktarda hatta daha fazlasını satın alabilmek için ön sipariş sözleşmesi imzaladılar.
Türkiye ise umudunu aşı ithalatına bağladı. Hâlâ 10 milyon doz aşıyı tamamlama derdinde. Bir kısmı geldi bir kısmı da gelmek üzere. (Çin’den Ocak sonuna kadar 40 milyon, Şubat ayında ise 10 milyon doz aşının gelmesi planlanmıştı. Basın)
Peki, aşı üretiminde çok tecrübeli bir ülke olan Türkiye neden aşı konusunda dışa bağımlı hale getirildi? Anlatalım:
Pandemi hastanesi, aşı üreten enstitü ve yerli ilaç fabrikası AKP döneminde kapatıldı.
Hıfzıssıhha Enstitüsü: Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, 1928’de kuruldu. Aşı üretiminde dünyaya örnek gösterildi. 2011’de KHK ile kapatıldı. (basın)
Heybeliada Sanatoryumu: 1924’te Atatürk’ün talimatıyla kuruldu. 660 yataklı hastane, verem hastalarına hizmet verdi. ‘Ulaşımı zor’ denilerek 2005’te kapatıldı, 2009’da binası yangında hasar gördü. Bina ve 200 dönümlük arazisi Diyanet’e devredildi. (basın)
Bomonti İlaç Fabrikası: SSK Şişli Bomonti İlaç Fabrikası, 1979’da kuruldu. Yüzde 150 oranında daha ucuza 22 çeşit ilaç üretti. 2005’te kilit vuruldu. (basın)
Türkiye’nin aşı üretim sürecine de kısaca bir göz atalım:
1885’ten itibaren Osmanlı İmparatorluğu döneminde; çiçek, kuduz, difteri, kızıl, tifo, dizanteri, veba, kolera üretimi yapıldı.
1927’den itibaren Cumhuriyet döneminde; verem, BCG, tetanos, difteri, boğmaca, tifüs aşıları ile kuduz ve akrep serumu seri üretimi gerçekleştirildi.
1928’de Hıfzısıhha Enstitüsü kuruldu ve aşı üretimi bir merkezde toplandı.
1947’de Biyolojik Kontrol Laboratuvarı kuruldu.
1950’de influenza (grip) laboratuvarı kuruldu ve influenza aşısı üretimi yapıldı. (Bu laboratuvar, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza (grip) Merkezi olarak tanınmıştır.)
1968’de serum çiftliği kurularak tetanos, gazlı kangren, difteri, kuduz, şarbon akrep serumları üretildi.
Ülkemizde hastalıkların yok olması ile 1971’de tifüs, 1980’de çiçek aşısı üretimi, 1996’da DBT ve kuduz aşısı, 1997’de de BCG aşı üretimi sonlandırılmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında bile hayvan ve insan aşıları üretebilen, İstanbul’un işgali nedeniyle aşı merkezini önce Eskişehir, daha sonra da Kırşehir’e taşıyan, aynı dönemde Afyon’da da çiçek aşısı üretmeye devam eden, Erzurum’daki serum laboratuvarını Rus işgali sırasında Halep, Niğde, Sivas ve Erzincan’a taşıyan, Kastamonu’da da aşı üretimine devam eden Türkiye, maalesef 2011 yılında Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatılmasıyla aşı üretimini sonlandırmıştır. Artık aşılar, yurtdışından satın alınarak temin edilmektedir.
Bu çerçevede 2009 yılından itibaren “beşli karma (DaBT-IPV-Hib)” ve “zatürre aşısı (KPA-Konjuge Pnömokok)” dışarından getirilmektedir; paketleme ve enjektöre dolum işlemleri Türkiye’de gerçekleştirilmektedir.
Bunun anlamı bize göre;
Geçmişin Thornburg Raporu ve Marshall Planı ile Türkiye üzerinde uygulamaya konulan Amerikan reçeteleri (siz üretmeyin biz size satarız vb.) ile oluşturulan üretim baskılarının günümüzde de devam ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye, aşı konusunda “paketleme ve enjektöre dolum” teknolojisi ile halk sağlığını korumaya çalışmaktadır!.. Türkiye’de sadece yerli bir firma tarafından akrep ve yılan antiserumları ile yine Sağlık Bakanlığı bünyesinde akrep ve difteri serum üretimi yapılabilmektedir.
Burada en hazini ise Bakanlığın web sitesinde yer alan “…öncelikle diğer stratejik serumlar ile hepatit A, Hepatit B, Suçiçeği aşısı (Osmanlı’dan beri üretilen) milli aşı üretimleri de hedeflenmektedir” tarzındaki açıklamadır. 1885’ten itibaren aşı seri üretimi yapan, serum üretimi merkezleri kuran Türkiye Cumhuriyeti’nde, aşı üretim merkezlerini, pandemi hastanelerini, Sosyal Güvenlik Kurumu ilaç fabrikalarını kapatan zihniyetin hâlâ, “millî aşı üretimi hedefleme” yolundaki bu açıklaması, içler acısı bir açıklamadır.
Dünyanın başına bela olan Covit-19 Türkiye’de 28 Ocak 2021 itibariyle 25.605 kişinin vefatına neden oldu. Türkiye’nin aşı karşısındaki durumuna bakılacak olursa, can kayıplarının daha uzun süre devam edeceği görülmektedir. Mutasyona uğrayan virüsün Türkiye’ye de girdiği, vaka sayılarındaki ani artıştan anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca da bizlere, Allah’a, şifa vermesi konusunda dua etmekten başka çare kalmamaktadır.
Tülay Hergünlü
İstanbul, 29 Ocak 2021