10 Kasım 1938. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikal edişinin üzerinden tam 80 yıl geçti. O, ölümünün ardından iktisadi açıdan denk bir bütçe, sıfır enflasyon ve dış ticaret açığı olmayan bir ülke, onlarca fabrika, kurum ve benzeri işletmeler bıraktı. Cumhuriyet’in ilanından ölümüne kadar (1923-1938) tam 246.431 aileye, toplam 9.983.750 dekar toprak dağıtıldı. Ne yazık ki hayata erken veda ettiği için devrimleri yarım kalmış, arkasından gelen iktidarlar da devrimlerini onun öngördüğü şekilde hayata geçirmemiş/ geçirememişlerdir… Atatürk’ün ölümünden sonra iş başına gelen hükumetler, Atatürk aleyhine bir cereyan başlatmışlardır. İlk icraatları; yakın çalışma arkadaşlarından önde gelen isimleri hükumetten ve Meclis’ten uzaklaştırmak olmuştur. İkinci icraatları ise “barış politikası” bahanesiyle Atatürk döneminde, bizzat Atatürk ile olan anlaşmazlıkları sonucunda, siyasetten tamamen uzaklaştırılmış kişi ve gruplardan kim varsa ki buna Halifeci, Terakkiperverci ve manda taraftarları da dâhildir, hepsini geri çağırmışlardır. Atatürk ile her fırsatta çatışan ve yarışan, bazı durumlarda Atatürk karşıtlığını düşmanlığa kadar vardıran muhafazakâr görüşlü Kâzım Karabekir ile Ali Fethi Okyar, Hüseyin Cahit Yalçın gibi Atatürk dönemi küskünleri milletvekili yapılmışlardır. İşte bu ilk icraatlar, bugünün Türkiye’sinin yaratılmasının başlangıcı olmuştur. Neler olmuş kısaca bir göz atalım: Atatürk’ün ölümünün hemen ardından Atatürk’ün bağımsızlık ilkesinden ayrılmaya, Batı’ya odaklı bir politika izlenmeye başlanmıştır. Henüz Atatürk’ün vefatının üzerinden altı ay bile geçmeden Nisan 1939’da ABD ile bir anlaşma imzalanır. Bu anlaşma ile ABD’ye, ticarî hayatta en fazla kayırılacak ülke statüsü tanınır. ABD mallarına ciddi oranlarda gümrük indirimleri sağlanır. Anlaşma sonucunda “yerli sanayi ile yerli mal kullanımına büyük bir darbe vurulmuştur” demek yanlış olmaz sanırız. ABD ile yapılan bu anlaşmanın yanı sıra İngiltere ve Fransa ile ittifak anlaşmaları yapılır. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, İngiltere Büyükelçisine, “Türkiye, bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine vermiştir!” der. Saraçoğlu çok haklıdır. O günlerde mahşerin üç atlısı, ABD, İngiltere ve Fransa’ya verilen bu imtiyazlar, günümüze kadar Türkiye’de istedikleri gibi at koşturmalarına imkân sağlamıştır. Atatürk’ün vefatının ilk senesi bile dolmadan Türkiye, Batı devletlerinin kucağına itilmiş, “Siz üretmeyin, biz size satarız” dayatmasıyla, sanayisi, tarımı, hayvancılığı bitirilmiştir. Hepsinden önemlisi de 1946 yılından itibaren Türkiye ile “yakından” ilgilenmeye başlayan ABD ile 1949 yılında imzalanan “Fulbright” Antlaşması neticesinde Türk Millî Eğitim Sistemi’nin temeline âdeta dinamit konulmuş, Türk çocuklarının eğitimi ABD’ nin kucağına bırakılmıştır. “Küçük Amerika olacağız” hezeyanları savuran o günlerin liderlerinin bugünlere hazırladığı Türkiye, hiçbir zaman Atatürk’ün işaret ettiği “Çağdaş Medeniyet” seviyesine ulaşamamıştır. Çağdaş medeniyeti “Batıcı“ olarak algılamış, dünyada diline, dinine ve parasına sahip çıkamayan bir ülke konumuna getirilmiştir. Bugün geldiğimiz noktada; Atatürk’ün dev fabrikaları satılmış, enflasyon fırlamış, Türkiye yüksek dış ticaret açığıyla nefes alamaz hale getirilmiş, küresel ekonomik güçler tarafından kuşatılmıştır. Modern görünümünün altında halk, işsizlik, yoksulluk ve cehaletle savaşmaktadır. Doğmamış çocuklar bile borçludur. Türkiye özgür değildir. İğneden ipliğe, samanına kadar yabancı ülkelere bağımlıdır. Buğday üretememekte, pamuk ve pirinç tarlaları birer birer yok olmaktadır. Eğitimi, çapsız bakanların elinde delik deşik edilmiştir. PKK terörü, Türkiye’nin başına bela edilmiştir. Ekranlardan 24 saat din anlatılan ülkede korkunç bir ahlâki çöküş yaşanmaktadır. TÜİK ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre Yolsuzluk, hırsızlık, fuhuş, çocuk tacizi, uyuşturucu kullanımı artmış, kadın cinayetlerinde patlamalar yaşanmaktadır.[1] Tüm bunlar yetmezmiş gibi, yine ABD eliyle sürdürülen Türkiye’ nin bölünmesi (BOP) projesi de hız kesmeden devam etmekte, Türkiye Suriye bataklığından çıkamamaktadır. İşte Atatürk’ün ölümünün sonra 80 yılda Türkiye’nin getirildiği durum budur. Hani o “karanlık dönem” diye nitelendirdikleri Cumhuriyet döneminde “karşı devrimcilerin” sürdürdükleri politikaların bir sonucudur. “Karanlık dönem” bizzat kendi elleriyle inşa edilmiştir. Sözün özü; “Kral çıplaktır!” ve maalesef halkın yarıdan fazlası bu gerçeğe gözlerini kapatmaktadır. Gerçeğin farkında olanlar ise her 10 Kasım’da hayatı bir dakika durdurmakta ve gözyaşları ile Atasına koşmaktadır. 80 yıldır, hiç bitmeyen bir özlem ve umut ile… Evet, umut… Bizim hâlâ umudumuz var. Atatürk, devrimleri ile bu ülkeye umut vermeye devam etmektedir. “Karşı devrimcilerin” korktukları ise işte bu umut’ tur… Sürekli olarak Atatürk’e saldırmalarının nedeni de işte bu bitmeyen umut’tur… Cumhuriyetimizin kurucusu, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ruhun şâd, mekânın cennet olsun! Vatan sana minnettardır. Tülay Hergünlü İstanbul, 8 Kasım 2018 [1] Bkz. https://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/toplumsal-bozulma-13-yilda-dibi-gordu-1189060/ Not: “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne” kitabımız, yeniden tüm D&R mağazalarında satıştadır.