Kartal Şube Başkanlığı ADD Genel Merkez tarafından Cumhuriyet'in kuruluşunun 99. yılı nedeniyle Kartal Meydanı Atatürk Anıtı önünde basın açıklaması düzenledi. ADD Delegesi Cem Arkan tarafından okunan basın bildirisinde şu sözlere yer verildi.
PADİŞAH KULLUĞUNDAN KURTULUP YURTTAŞ,HATTA CUMHURBAŞKANI OLABİLMEKTİR CUMHURİYET!
“Türkleri Asya steplerine sürmek ya da Anadolu’da yok etmek” amacıyla yurdumuzu işgal eden emperyalistleri bozguna uğratıp, özgür insanların, muasır medeniyet seviyesini aşmış, müreffeh ülkesini yaratmak hedefiyle yola çıkan Mustafa Kemal Paşa ve Kemalist Devrimciler, kurdukları yeni devletin adını, 29 Ekim 1923 günü ilan ettiler: Türkiye Cumhuriyeti!
Bu yeni devlet, tesadüfen yahut şans ya da mucize eseri kurulmadı. 600 yıllık Din-Tarım İmparatorluğu enkazı üzerinde, Laik Cumhuriyet, çok önceden tasarlanıp tüm ayrıntılarıyla düşünülerek, adım adım hayata geçirilmiş, akıl ve bilime dayalı bir planın, kararlılık ve cesaretle uygulanmasıyla yaratıldı.
Mustafa Kemal, henüz çok genç bir subayken, Selanik’te, Olimpos gazinosunda, yakın arkadaşları Salih Bozok, Fuat Bulca, Nuri Conker ve Fethi Okyar ile bir akşam sohbetinde, bir gün düşündüklerini bir devrim ile yapacağını belirtip, Onlar’a - ancak bir cumhuriyet idaresinde verilebilecek - görevler dağıtıyor, Salih Bozok’un “İyi de Kemal, ya sen ne olacaksın? ” sorusuna ise, hiç duraksamadan ve büyük bir ciddiyetle “Sizi bu görevlere getirmek için ne olmam gerekiyorsa o olacağım.” yanıtını veriyordu.
İlk gençlik yıllarından itibaren, durmaksızın okuyor, yabancı dilini geliştiriyor, dış ve iç basını takip ediyor, Dünya, İslam ve Türk Tarihi, coğrafya, sosyoloji ve felsefe ile ilgileniyor, bilim ve teknolojideki gelişmeleri izliyor, Tevfik Fikret’ten feyiz alıyor, Fransız Devrimi hakkında derinlemesine bilgi edinip, Avrupa ve Dünya’ya etkilerini inceliyor, düşüncelerini olgunlaştırıyor, usta bir heykeltıraş gibi Selanikli bir yetimden, tarihin en büyük devrimcisini yaratıyordu.
Başaracağına öylesine inanıyordu ki; “Evet Paşam, bir şey yapacağım!” kararlılığı ve Milleti ayağa kaldırarak, vatanı kurtarma azmi ile Samsun’a çıkışından sadece 50 gün sonra, askerlikten istifa etmek zorunda kaldığı 8/9 Temmuz 1919 gecesi, Mazhar Müfit Kansu’ya, “Şimdilik kutsal bir sır olarak aramızda kalacak” talimatıyla “Zaferden sonra, hükümet biçimi cumhuriyet olacaktır.” hedefini ilk madde olarak not ettiriyordu.
İngilizlerin İstanbul’u işgalinden hemen sonra, 23 Nisan 1920 günü, Ankara’da açtığı Millet Meclisi’nin, Padişah iradesine değil, Millet Egemenliğine dayanarak çalışacağını ilan ediyor, 20 Ocak 1921’de yürürlüğe giren, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesi olan “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ibaresini, silinmemek üzere, Büyük Millet Meclisi kürsüsünün arkasındaki duvara yazdırıyordu.
Büyük Nutuk’ta, o netameli günleri anlatırken, “Cumhuriyet idaresinden bahsetmeksizin, idare şeklimizi milli egemenlik esası çerçevesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen şekilde merkezileştirmeye çalışıyorduk” diyen Atatürk, Viyana merkezli bir gazetenin muhabiri ile 23 Eylül 1923 günü yaptığı, gazetenin 28 Eylül 1923 tarihli nüshasında yayınlanan söyleşide ise;
“Size, Türk Anayasası'nın ilk maddesini tekrarlamak istiyorum. 'Egemenlik, sınırsız ve koşulsuz halkındır. Yönetim tarzı, halkın geleceğini bizzat kendisi ve gerçekten belirlemesi ilkesine dayanır'.
Bu iki cümlenin yorumu, bir kelimenin şüpheye yer bırakmayan tanımlanmasıdır: Cumhuriyet!
Yeni Türkiye'deki gelişme henüz tamamlanmadı. Bu yol sonuna kadar gidilmelidir. Son en iyi hali için, değişiklikler, düzeltmeler ve iyileştirmeler gerekli, ancak çok kısa zamanda Türkiye, tüm şekliyle ruhen zaten olduğu yapıya kavuşacaktır: Cumhuriyet’e !
Yakın bir gelecekte bu konuyla ilgili hükümet önerileri meclise sunulacaktır… Biz Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve sorumlu Bakanları olan bir Cumhuriyet olacağız...
Yeni Türkiye'nin başkenti konusuna gelince, bunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkıyor, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'dır!”.
Sözleriyle, kutsal sırrını nihayet Ulusu ve dünya kamuoyu ile paylaşıyordu. Nitekim bu röportajın yayınlanmasından 15 gün sonra Ankara başkent olmuş, 31 gün sonra da Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmiştir.
CUMHURİYET, KARŞITLARIYLA BİRLİKTE DOĞDU
Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla birlikte, geliştirilmeye başlanan cumhuriyet fikri, ilk andan itibaren karşıtlarını da doğurdu. Padişah ve yandaşları tarafından örgütlenen iç isyanlara ve Meclis’te Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına karşı, İkinci Gurup adıyla yürütülen sert muhalefete ek olarak, zaferden hemen sonra, yakın çevresinden de yürünen kararlı yolu kesmek için yoğun engelleme çabaları görülecekti.
Cumhuriyetin ilanının ertesi gününden itibaren, İstanbul’da başlatılan karşı hareket, Aydınlanma Devrimleri süresince bazen açık, bazen sinsi şekilde ilerlemiş, Atatürk’e suikast girişimlerine kadar varmış, Büyük Önder’in aramızdan ayrılışı ile güç kazanmış, 1950 seçimleri, ABD emperyalizmi güdümlü 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbeleri ile sıçramalar yapmış, demokrasi kesintiye uğramış, geniş halk yığınlarının örgütlü mücadelesinin önü kesilmiş, Laik Cumhuriyet ağır yara almıştır. Bu ihanet süreci sayıları giderek artan siyasi ve dinci yapıları Laik Cumhuriyeti Din Devletine Dönüştürme Ham Hayali’nin kölesi yapmıştır. Oysa Cumhuriyet; Padişah kulu olan milyonları yurttaş kimliği ile kucaklamış, özgür bireyler haline getirmiş, Hukuk Devleti güvencesine ve fırsat eşitliğine kavuşturmuştur. Böylelikle; Malatya’da banka memuru olan merhum Mehmet Sadık ÖZAL’ın oğlu merhum Turgut ÖZAL, İslamköy’lü merhum Hacı Yahya DEMİREL’in oğlu merhum Süleyman DEMİREL, Afyonkarahisar’lı öğretmen merhum Ahmet Hamdi SEZER’in oğlu Sayın Ahmet Necdet SEZER, Kayserili merhum Ahmet Hamdi GÜL’ün oğlu Sayın Abdullah GÜL, Kasımpaşa’da Deniz yollarında Kıyı Kaptanı olan merhum Ahmet ERDOĞAN’ın oğlu Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN, Cumhurbaşkanı olabilmişlerdir.
12 Eylül faşizminin açtığı yolda, Batı Emperyalizmi’nin desteğiyle pervasızca ilerleyen karşı devrim, kutlanacak bir Laik Cumhuriyet bırakmama gayretini sürdürse de, Cumhuriyetimizin 99. şeref yılını ulusça ve gururla kutlayacağız.
Ancak bugün önümüzdeki temel ödevin, Atatürk Cumhuriyeti’ni yeniden kazanmak olduğunun farkındayız. Bu ödevimizi yapacak; Atatürk Devrimlerini yaşatarak Laik Bilgi Toplumu olma ve muasır medeniyet seviyesini aşma hedefine yeniden yönelmiş Türkiye’yi mutlaka yaratacağız.
Umutluyuz! 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal Paşa’nın sahip olduğundan daha güçlü bir ülkemiz, daha bilgili ve bilinçli bir insan kaynağımız olduğunu biliyoruz. Tek eksiğimiz; 100 yıl önce sınanmış ve başarılı olmuş Kemalist Devrimci Önderlik’ten -şimdilik- yoksun oluşumuzdur.
Atatürkçü Düşünce Derneği; 33 yıllık deneyimi ile Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşma mücadelesinin düşünsel önderliğini yürütmeye kararlıdır. Bu düşünsel önderliği, siyasal önderlik yapma iddiasındakilerle buluşturabildiğimizde amacımıza ulaşacağımıza inanıyoruz.
CUMHURİYETİMİZİN 99. YILI KUTLU OLSUN. YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ VE GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE!
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ