Son yıllarda cenazelerde bir uygulama başlatıldı; şahitlik…
Cenaze namazının ardından imam soruyor; “Merhumun iyi bir Müslüman olduğuna, Allah’a, meleklerine, kitaplarına iman ettiğine, şahitlik eder misiniz?” Hazır bulunanlar da cevap veriyor; “Ederiz!”
Bir insanı; arkadaş, eş, dost, kardeş, akraba, komşu olması nedeniyle yakından tanıyanlar onun “iyi bir insan” olduğuna şahitlik edebilirler. Ancak bu bile yüzde yüz emin olunacak bir nitelik değilken “iyi bir Müslüman” olduğuna dair şahitlik etmek doğru mudur?
Bir kere iyi bir Müslüman olmanın şartları nedir? Dışarıdan göründüğü şekliyle, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât, sadaka vermek, herkese çok iyi davranmak, sakal bırakmak, sarık ve türban takmak mıdır? Eğer tüm bunlar yeterliyse burada bir sakatlık yok mudur?
Kişi, tüm bu icraatlarını gösteriş için yapamaz mı? Ya da birilerine yaranmak, onlardan olduğunu belli etmek için… Öyle ya; günümüzde, dinci patronuna yaranmak uğruna Cuma namazına gidenlere şahit olmuyor muyuz? Makam, mevki uğruna, hatta işe girebilmek için sakal bırakan, türban takan hatta beş vakit namaza başlayanlar yok mu? Nitekim Maun Suresi bu duruma işaret etmiyor mu? “Vay haline o namaz kılanların/dua edenlerin ki namazlarından/dualarından gaflet içindedirler.”
Kim gerçek Müslüman?
Biz nereden bileceğiz, ölen kişinin gerçek bir Müslüman olduğunu?
Müslüman olmakla iman etmek aynı şey midir?
Kur’an’a danışalım, bakalım Allah ne diyor:
“Bedeviler: ‘İman ettik.’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz. Ancak ‘Müslüman olduk’ deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir.”
Demek ki neymiş; iyi bir Müslüman olduğunu iddia etmek, iman ettiği anlamına da gelmiyormuş… Yani, “Allah’a, kitaplarına, meleklerine, resullerine iman ettik” demek de yeterli değilmiş. İmanın kalplere girmesi gerekiyormuş.
Peki, biz o kişinin kalbine mi girdik de kalbindeki imana şahitlik edelim!
Burada da cevabı yine Kur’an versin:
“Kalplerde olanı sadece Allah bilir.”
“Biz ona şah damarından daha yakınız.”
Biz kim oluyoruz da ölen kişinin Müslümanlığı ya da imanı konusunda şahitlik ediyoruz? Biz, hâşâ Allah mıyız da o kişiyle ilgili hüküm veriyoruz? Bize vahiy mi geldi?
Hem, biz kendimizin gerçek bir Müslüman olduğundan / imanımızdan emin miyiz ki başkalarının Müslümanlığına / imanına şahitlik ediyoruz?
Yeri gelmişken şahit kelimesinin anlamına da bir göz atalım. Bakalım neymiş:
Türk Dil Kurumu’nda “şahit” kelimesinin anlamı “tanık” olarak geçiyor yani, “gördüğünü ve bildiğini anlatan, bilgi veren kimse.”
Bu durumda biz neyi görüyoruz? Dışarıdan gözlemlediklerimiz gerçek mi? Sergilenen davranışlar samimi mi?
Neyi biliyoruz? Kalbinde yaşadıklarını mı?
Kalplerde olanlar bir şekilde gayb (gaip) âlemi yani görünmez âlem olmuyor mu?
Peki, İslam’ın o muazzez peygamberi bile gayb hakkında ne diyor?
“…Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahyedilenden başkasına da uymam…”
“…Gaybı da bilmem ben…”
Demek ki gaybı kim biliyormuş?
Sadece Allah…
***
Elbette insan olarak ölen kişi için “iyi bilirdik” demek güzeldir, ancak iş şahitlik etmeye gelince işte burada biraz durup düşünmek gerekir sanırım. Zira olay, “yalancı şahitliğe” kadar gider, Allah korusun! Hoş, biz ne desek de Allah doğrusunu elbette biliyor. Bizler, ancak, aciz kulları olarak, O’ndan, iyi niyetle sarf ettiğimiz sözlerimize, dileklerimize, kalbimizdeki samimiyetimize göre değer vermesini umabiliriz.
Ölenin ardından yapılacak en iyi sözlü eylem, dua etmek, rahmet dilemek ve haklarımızı helal etmemizdir. Gerisi Allah ile kulu arasındadır.
Tülay Hergünlü – SMMM