YAZARIN ÜN PARADOKSU

YUNUS EMRE YÜCEBAŞ
17 Mart 2025 Pazartesi 10:16
Mart ayının da ortalarına geldik. Gücüm yettikçe kitap çevrelerindeki gelişmeleri takip etmeye gayret ediyor, ana akım medya organlarında da lanse edilmeyen birçok gelişmeyi butik köşemde aktarmaya çalışıyorum. Uyanış Yayınevi'nden ayrıldığımdan beri fuarlara eskisi (fuarlara çok katılan yayınevi arayışım sürüyor yeni bir anlaşma yapmaya gayret gösteriyorum) kadar katılım gösteremiyorum gerçi. Bununla beraber satranç turnuvalarına iştirak etmeyi de biraz azalttım bu dönem. Bunun son örneği, bu hafta sonu oldu diyebilirim. Beylikdüzü Belediyesi 2. Geleneksel Çanakkale Satranç Turnuvası vardı. Hem UKD'si yüksek sporcuların çok fazla olması hem bu aralar yeni çıkaracağım kitapların el yazması taslaklarına odaklanmak istemem dolasıyla turnuvaya katılım sağlamaktan vazgeçmiştim. Doğruyu söylemek gerekirse, bu aralar en çok yaptığım iş, Cihangir'de, Beykent Üniversitesi Enstitüsü’ne gitmek ve lisansüstü oturumlara iştirak etmek olmuştu.
Sözü fazla uzatmadan asıl değinmek istediğim konuya geleyim: Bu aralar kafama yazarların ün paradoksları takılıyor. Her ne kadar müzik ve sinema piyasaları kadar olmasa da edebiyat dünyasında da tanınmak bir ölçüt olmakta elbette. Bugün adı sanı bilinmeyen bir yazardan bahsetmiş olduğunuzda insanlarda uyandırdığı etki ile Orhan Pamuk'tan bahsettiğinizde uyandırdığı etki bir olmuyor, malum. Peki, böyle olması iyi bir şey mi? Yoksa o kadar da iyi bir şey değil mi? Ya da şöyle soralım: Ün denen şey, gerçek mi yoksa her şey bir yanılsamadan mı ibaret? Mütedeyyin Edebiyatçı Yavuz Bülent Bakiler'in, Anadolu Ajansı'nda, 2019 senesinde yayınlanan eski bir röportajına denk gelmiştim geçenlerde. Her ne kadar aynı görüşte olmasak, velev ki henüz kitaplarını okuduğum bir kimse olmasa da, belli bir yaşa gelmiş ve birikim elde etmiş, spesifik dahi olsa bir kesime kendini kabul ettirmeye başarmış bir kimse olduğunu da inkar etmek kültürel nesnelliğe yakışmaz elbette. Bir metroda ayakta gitmesinin insanlar arasında garipsenmesi üzerine, kendisi şu ifadeleri kullanmış, "Bu bakımdan metroda ayakta olmam ve görülmem son derece tabii bir hadisedir. Bazı insanlar sanıyor ki herkes biliyor ve beni tanıyor. Benim ayakta gitmeme birtakım insanlar tahammül edemeyerek yer verecek sanıyorlar. Hayır, öyle bir durum yok. 16 milyonluk İstanbul'da hiçbir kimseden farkım yok." Evet, başta biraz şaşırtıcı gelse bile kendisinin açıklaması tam olarak böyleydi. Öte yandan, şunu açıkça belirtmek gerekir ki Yavuz Bülent Bakiler'in bu söylemi; edebiyat dünyasındaki yarı ünlü, çeyrek ünlü diyebileceğimiz tam bir şöhrete erişemeyen velakin belli bir okuyucu kitlesi de olan bircok yazarın canını sıkabilir. Ancak, maalesef haklılık payı olan bir analiz. Bugün 88 yaşında olan bir edebiyatçı, bundan 6 yıl önce 82 yaşında iken bunları söylüyor ise şöhret denilen şeyin ne derece sancılı bir iş olduğunu da unutmamak gerekiyor. Sancılı olduğu kadar göreceli de aslında. Geçenlerde, Beykent Üniversitesi Enstitüsü'nde, Celal Bayar'ın torunu olan Prof. Dr. Akile Gürsoy'un bir oturumu vardı. Gürsoy, öğrencilerine, Amerikan'ın en aykırı ve bilindik yazarlarından Henry David Thoreau'yu soruyordu. Nitekim onu dahi bilmeyenlerin olabileceğini tahmin ediyor olmalıydı. Henry David, belki o dönemde ve o coğrafyada çok sansasyonel bir kişilikti. Ancak, günümüzde herkesin tanıdığı bir kişilik değildi. İnsan, ne kadar bilindik olursa olsun herkesçe tanınamıyor gibi bir şey. Buna karşılık, edebiyat dünyasında tanınan bir kalem olmak maalesef parametre olarak yerini muhafaza ediyor. Öyle ise, yazarlık açısından şöhret nedir gibi soru ortaya çıkıyor? Belki de yazarın şöhreti, onu herkesin tanıması değil belli bir okuyucu kitlesine ulaşabilmiş ve kendine bağlayabilmiş olması olarak yorumlanabilir. Kaldı ki kitabın, müzik ve film-dizi gibi diğer sanatsal eserlere oranla daha az ilgilisi olduğunu da dikkate alırsak kitapla belli bir şöhrete ulaşmanın diğer iki sanata oranla daha zor olduğu da düşünülebilir. Eserleri, kitaplardan çok daha fazla kişiye ulaşan sinema dünyasından bir isim olan Tamer Karadağlı bile eski bir demecinde, kendisine işini adının kalıcı olması için mi yoksa para için mi yaptığının sorulması üzerine, herkesin bir gün unutulacağını ve asıl önemli olan şeyin para kazanmak olduğunu ifade etmişti. Sinema dünyasındaki bir isim olarak söylemi, edebiyat dünyasındaki bir isim olan Yavuz Bülent Bakiler'den daha karamsar bile görülebilirdi. Ama karamsar olmasına karşılık gerçekçi idi.
Yukarıdaki örneklemleri gözlem ve tecrübelerime de bağlayarak sonuca varmak istiyorum. Bazen, günümüzün post-modern ortamları olan sosyal medya platformlarında bazı kullanıcıların, sayfasına girip yazı yazdıkları kişiyi bile bilmediklerine, hatırlamadıklarına şahit oluyorum. Bu durum, içimi biraz daha karartıyor. "Bir illüzyon yaşıyoruz." diye düşünüyorum bazı zaman. Nihayet kendi kendime, "Daha sayfasına girdiği kullanıcı adlarını bile hatırlamayan insanların (elbette her kullanıcı hakeza değil, dikkat ve feraset sahibi olan insanlar da var sosyal mecralarda) çokça olduğu bir toplumda edebi bir şöhret nasıl olsun? Kime göre, neye göre şöhret?" sorusunu soruyor, aslında tanınmış yazar olgusunun da ne kadar eksik, ne kadar kifayetsiz olduğunu acı bir şekilde gözlemliyorum. Hafıza, bir toplum bireylerinin akılda tutma yetilerinin kudretli olması, gerçekten mühim bir durumdur. Hafızası zayıf topluluğun vicdanı ve vefası da zayıf olur nitekim. Velhasılıkelam bizlerin edebi şöhret olarak gördüğü şey bazı durumlarda bir illüzyon da olabilir. Görkemin büyüsüne fazla kapılmamak gerekir. Şöhretin büyüsü çok olsa bile bunun neye göre olduğu kadar ne zamana kadar olduğu da tartışmalıdır. Sonuçta, insanların tavır ve tercihleri gibi sosyal psikolojik parametrelerin evrimi misali, kuşakların değişimi gibi biyolojik parametrelerin evrimi de mevzubahistir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2016 Özgür İstanbul
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.