VİRÜSÜN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
Meltem Kaynas
30 Nisan 2020 Perşembe 09:30
Görünmez bir duvara tosladı insanlık! Aniden ortaya çıktığını “zannettiğimiz” bir duvar…
Adı Kovid-19, soyadı Korona. Anası Mers, babası Sars!
“Aniden” dedim ama aslında gayet yavaş yavaş, “insan eliyle” gelen bir virüs, tosladığımız bu duvar…
“İnsan eliyle” gelen derken, komplo teorileri falan geliştirdiğimi sanmayın.
Çin’de ortaya çıkınca, salgın filmi gibi izledik önce. Azıcık korktuk, ama “bize bir şey olmaz” dedik, normal yaşamlarımıza döndük. Avrupa, Ortadoğu, komşular derken bize de geldi davetsiz misafir.
Dünyada ilk kez 2019 yılının sonlarında görülen, çok hızlı yayıldığı söylenmesine rağmen ne hikmetse, bize merasimle üç - dört ay sonra gelebilen virüs tüm gündemi, alışkanlıkları özetle tüm yaşamları değiştirdi. Şaka gibi!
Şimdi büyük ihtimalle herkes virüsü düşünüyor, üstüne kafa yoruyor… Bir an önce gitse de, “normal” yaşamımıza dönsek diyor!
Önce şunu söyleyeyim, virüs gitsin yok olsun diye boşuna beklemeyin çünkü bundan sonra bu arkadaş, yaşamımızın bir parçası; en azından işin uzmanları öyle diyor. Bununla da yaşamaya alışacağız elbet, tabi yolda telef olmazsak!
Hani “çağ atlamak” deriz ya, bana kalırsa içinden geçtiğimiz şu süreç, insanlığa gerçek anlamda “çağ atlatacak türden!”
Bugünlerde, “yarının tarihinin” tam da göbeğindeyiz; ya da henüz başlarında, kim bilir? İleride tarih kitaplarında ya da “tabletlerinde” bugünleri nasıl anacaklar bilmem, ama muhtemelen şöyle yazılacak: Korona’dan Önce, Korona’dan Sonra!
Herkesin ortak kanaati; bundan sonra yeni “normallerimizin” olacağı yönünde... Şimdiye kadar kafanızdaki “normal” her neyse, şimdiden değiştirmeye başlayın derim. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyorum, kiminin morali bozuluyor. “Hiçbir şeyin eskisi gibi olmaması”, illâ daha kötü olacağı anlamına gelmiyor tabi! Sadece eski alışkanlıklarımızın değişmesi gerekecek biraz!
Şu evde oturma günlerinde, olayı kabullenmekle kabullenememenin sınırlarında gidip gelirken; zaman zaman geleceğe ilişkin belirsizliğin yarattığı korku sarıyor insanın zihnini. Bazen umut dolu, bazen karamsar olsak da, şimdiye kadar yapamadığımız pek çok şeyi yapabilmenin yanı sıra, düşünmeye de fırsat bulabiliyor insan.
Çoğumuz, içinde bulunduğumuz bu günlere ilişkin, benzer sorgulamaları yapıyoruz sanırım: Neden bunlar başımıza geldi? Nasıl oldu da gözle bile görülmeyen bir varlık, teknolojide sınır tanımayan insanoğlunu perişan etti? Ne zaman kurtulacağız bu “belâdan”? Ne zaman “normale” döneceğiz? Falan
filan… Nasılsa vakit bol, düşün dur! Ben de çoğumuz gibi sorguluyor, insanlığa ibretlik günler yaşatan bu gözle görülmeyen varlığın, istisnasız herkese bir mesajı olduğunu düşünüyorum.
Neler derseniz;
Bana kalırsa getirdiği ilk mesaj; “insan ne ederse kendine eder” olmalı!
“Ey insanoğlu! Bu evrende yalnız olmadığını, bu dünyayı çok çeşitli ve en az senin kadar değerli milyarlarca canlıyla birlikte paylaştığını unutma! Her canlı, senin yaşamının sürmesi için gereklidir. Sen doğaya zarar verdiğini sanırsın ama aslında kendi soyunu tüketirsin!”
Bu virüs tam da bu son sözün ispatı niteliğinde! Rant elde etmek için yaktığımız ormanlarda yok olan, yazlık yapmak, Avm dikmek için yaşam alanlarından sürüp attığımız hayvancıkların öcüdür alınan insanoğlundan… Onlar nasıl korktuysa o gün insandan, bugün de biz korkuyoruz o görünmeyen ordulardan.
Mesaj ikiii: Bilimi ve aklı önceleyin, bilim insanlarının kıymetini bilin!
Depremler oldu, deprem uzmanlarının eteğine sarıldık! Evimiz sağlam mı dedik, mühendise koştuk! Başımız belaya girse hukukçu aradık, çekirgeler bastı uzmanına danıştık! Ne giyeceğimizi bile mühendislere sorduk! Yalan deği; “kar geliyor” dediler palto giydik, “güneş açacak” dediler gözlük taktık! Ürettikleri verileri kullandık, ama bilim insanlarına futbolcular kadar değer vermedik.
Yaşadığımız hiçbir olay, bu virüste olduğu kadar bilimin önemini suratımıza çarpmadı. Okullarda evrim konusunu müfredattan çıkaranlar da dahil herkes, evrim bilgisi olmadan üretilmesi mümkün olmayan aşının bulunması için, bilim insanlarının ayağının türabı olmuş durumda bugün.
Bilime, bilgisiz “inançları” yüzünden sırtını dönenler de fena ters köşe oldu! Camileri geçtim Kâbe bile kapatılınca, virüsün mekânda sınır tanımadığı anlaşılınca; “Allah’ın evine virüs bulaşmaz, abdest alana virüs gelmez” diye akla ve bilime muhalefet edenler de, imanlarını tekrar gözden geçirmek zorunda kalmış olmalılar.
Alın size bir mesaj daha! Bu virüs, insanları “fıtrata uygun” yaşamaya zorluyor! Fıtrat derken sözünü ettiğim; insanın, akla, bilime ve doğasına uygun bir yaşam sürmesi... Düzgün yaşamak, düzgün beslenmek, moral değerlere sahip olmak ve uygarlığını, bu temel üstüne inşa etmek… Bunların varlığı bağışıklığı güçlü sağlıklı insanlar inşa ederken, görüldüğü üzere virüsün sebep olduğu hastalıkla mücadeleyi de kolaylaştırıyor. Yeni moda tabirle insanları zorla “fabrika ayarlarına” döndürmeye çalışıyor bu virüs adeta!
Son mesajı da yönetenlere getirdi bence…
Diyor ki bu virüs; ey yöneticiler, siz işinizi lâyıkıyla yapın. Bırakın her şeyi, insana öncelik verin. Sizin en temel göreviniz, yönettiğiniz halkın can sağlığını korumaktır. Bunun için işi ehline verin! “Her bilenin üstünde bir bilen vardır” işinizi danışarak yapın! Bilim insanlarının dediklerini dikkate alın, yoksa perişan
olursunuz. Hiç şakam yok! Siyasetiniz bana sökmez, son derece adaletliyimdir, insan ve sınıf ayrımı yapmam, herkese bulaşırım! Siz de yönetirken beni örnek alın!
Bir musibet bin nasihate bedeldir demişler... Bana kalırsa, daha güzel bir dünyanın kurulmasının ilk adımıdır yaşadıklarımız; daha doğal, daha insancıl, fıtrata daha uygun…
Görünen o ki; “insanı başıboş bırakmayan” Yaradan, yine hizaya getiriyor insanı. “Eylemlerimizle” ya da “eylemsizliğimizle” ortak olduklarımızın bedelini ödetip yıkıcı, bozguncu, hak bilmez insanoğlunun dönüşümünü amaçlıyor.
Yumurta kırılmadan civciv doğmazmış. Dua edelim de insanoğlu, “çalışmadığı yerden” gelen bu ciddi sınavı geçip, ders almayı bilsin, eski hatalarını tekrar etmesin. Aksi halde bu süreçler devam edecek.
Her birey tek tek, “insanlık ayarlarını” bulmaya gayret etmeli bu saatten sonra çünkü insan düzelirse, dünya da düzelecek. İyilikler ekelim ki, güzellikler biçmeye hakkımız olsun. Her karanlık gecenin, aydınlık bir sabahı vardır. Şimdi sadece bize düşeni yapıp, kendimizi düzeltmeye bakalım! Varsın herkesin baharı aynı anda gelmesin.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2016 Özgür İstanbul