“ORDA BİR KÖY VAR, UZAKTA…” (2)
Meltem Kaynas
08 Temmuz 2022 Cuma 17:59
Elazığ, Kemaliye, Tunceli gezimize ilişkin yazımızın ilk bölümünde kaldığımız yerden devam edelim o güzel toprakları anlatmaya.
Kemaliye, sarp dağların arasına saklanmış, son derece şirin bir yer. Bu adı Eğin’e Mustafa Kemal Atatürk vermiş. Rüyamda görsem, böyle güzel bir yerle karşılaşacağım aklıma gelmezdi doğrusu. Otantik yapısı korunan, konaktan bozma tarihî bir otelde konaklamak, her zaman elde edilebilecek fırsat değil. Biz; Etem Kılıç’ın atalarından yadigâr “Eğin Konağı” nda kalıp, Kemaliye’nin tarihini ve kültürünü, son derece entelektüel bir ağızdan dinleme ayrıcalığına sahip olduğumuz için çok şanslıydık. Satır aralarında yerel kültüre ait bilgiler edinme fırsatını da yakaladık sayesinde. Yılan şeklindeki tokmakların farklı ses veren halkalarının, her ne kadar “kadın” ve “erkek” misafir için ayrı ayrı çalındığı bilsek de; aslında bunun, gelenin “tanıdık” ya da “yabancı” olup olmadığını ayırt etmek için olduğunu burada öğrendik meselâ. Mürver çiçeğinin reçeliyle tanışıp, “lök” tatlısının ifadesini aldık. Nereye baksanız dut… “Orcik” olmuş bizim kırk yıllık cevizli sucuk! Büyüyünce “orgeneral” olacak herhalde mübarek! Kemaliye’nin her tarafı tertemiz, düzenli ve de bakımlı. İnsanı da doğası gibi muhteşem! Hiç tanımadığınız insanların size gülen yüzü, konukseverliği ve iyi niyeti, etrafı daha da güzelleştiriyor âdeta. Sırf bu yüzden; hani şu “Orda bir köy var, uzakta…” diye başlayan meşhur dizelerin sahibi, eğitim düzeyi oldukça yüksek bir köy olan Apçağa Köyü’nün gözbebeği Ahmet Kutsi Tecer adına yapılan Kültür Evi’nin anı defterine şu cümleleri yazmak geldi içimden: “Ortam kadar, insanlarınız da muhteşem. LÜTFEN BOZULMAYIN!”
Eğin’den kasap da çok çıkar malûm! Geçmişte de kesim işleri için özellikle İstanbul’a gidip uzun süre dönmeyen eşlerinin özlemini çeken kadınların söylediği maniler, dağlara taşlara yazılmış âdeta. “Mani Yolu”, hasret kokan yüreklerin tınılarıyla dolu:
Ölür isem örtmeyesiniz yüzümü.
Hasretim var yummam gözümü.
Kabrime bir pencere koyun ki,
Yârim gelirse göreyim yüzünü.
Tüyleri diken diken olmayan var mıdır acaba? (Bu arada, araştırmacı çift Füsun ve Kamber Durna’nın, Can Yayınları’ndan çıkan “Eğin’de Söylenen Maniler” isimli kitabının ikinci baskısı yoldaymış, ilgilenenlere duyurulur.)
Kemaliye denilince adını anmadan, müzesini de görmeden geçemeyeceğimiz, çok önemli biri daha var: Prof. Ali Demirsoy. Tanıyanlar bilir, “Doğaperest” diye adlandırır kendini. Şeker Fil Mohini’ nin ya da bir kirpinin iskeletini görmek, sizi ne kadar heyecanlandırır bilmem ama Erzincan Üniversitesi bünyesinde kurduğu “Doğa Tarihi Müzesi”, benim gibi biyoloji severlerin mutlaka uğrak yeri olmalı bence.
Son rotamız Tunceli. Munzur Nehri eşliğinde Ovacık’a doğru kat ettiğimiz yolun manzarası kartpostaldan fırlamış gibi. Üstünde seyrettiğimiz yol olmasa, buralara en son uğrayan şahsın, “Âdem Baba” olduğuna yemin edebilirim. O kadar bakîr ki… Adı, TKP’li Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu ile birlikte anılan Ovacık’ta, kırk adet su pınarından oluşan ve Munzur Çayı’nın ana kaynağını oluşturan “Munzur Gözeleri” ni görünce, Âdem ile Havva kesin buradan kovuldu dersiniz. Bir tarafta yüreklere huzur vererek akan ırmaklar, diğer tarafta sizi “Munzur Baba’nın Dergâhı” selamlar… “Doğal Dergâh” derler, “Tanrı’nın yeryüzüne yansıyan nuru” sayarlar, “savaşları bitiren”, “hac” mekânıdır âdeta Munzur. “Ana sütü” sayıp, “kutsal” bilir buraların insanı Munzur’un sularını.
Merkezdeki Tunceli Cem Evi ve son derece etkileyici balmumu heykellerin yer aldığı Tunceli Müzesi görmeden geçilmez. Buraların delisi de bol, velisi de! Heykeli dikilecek kadar sevilen, azıcık da mecnun, günümüzün hızırı diyebileceğimiz en ünlü velisi, 1930 doğumlu Şeyuşen. İşin komik yanı, bir tarafta ermiş hikâyeleri anlatılırken, öte tarafta sabahın köründe “çilingir sofrası” kurup zom olanlar aynı bölgeden çıkma. Ne sentez ama!
Son olarak, bu bölgeye ilişkin bir noktayı vurgulamazsam içim rahat etmeyecek. Tunceli, eğitim düzeyi yüksek bir şehrimiz malûm. Buna karşın, Anadolu insanından görmeye alıştığımız sıcaklığı ve samimiyeti burada pek göremiyor olmak, biraz hayal kırıklığı yaratıyor insanda. Ovacık yolunda, kuş uçmaz kervan geçmez güzergâhtaki barakasında, harika çayından içtiğimiz, duvar yazılarıyla keyiflendiğimiz misafirperver güzel insanlar müstesna. Bölgenin siyasi yapısının yarattığı gerilimden kaynaklandığını düşündüğüm, kimi insanların diyalog kapılarını aralamakta zorlanan yaklaşımı, Anadolu turlarında görmeye pek alışkın olmadığımız bir tarzdı. İnsanı merkeze koyan, birliği ve beraberliği felsefesinin temeline oturtan, güzel insan efsanelerine ve Munzur’un taşıdığı ruha tezat oluşturuyor bir durum bana kalırsa.
Ülkemizin her karışı ayrı bir uygarlık, insanlarımız, yüzlerce yıllık bir sentezin ürünü. Bu güzelim ebruli deseni anlamlı kılan da tüm renklerin “ahenkle dans” etmesi değil mi zaten?
Arap Baba’nın, Hıdır Abdal’ın, Seyuşen’ nin, Munzur Baba’nın ve daha nicelerinin ruh kattığı toprakların gönlümüzde bıraktığı tadı, şu güzel dizelerle özetleyelim.
Gelin canlar bir olalım,
İşi kolay tutalım.
Sevelim, sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.
Biz geçip gittik buralardan, kalanlara selam olsun…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2016 Özgür İstanbul