02 Nisan 2025
  • İstanbul15°C
  • Ankara16°C

ÖNCEKİ İNKÂRCILAR

Canan Murtezaoğlu

28 Mart 2025 Cuma 10:02

 

 

Furkan suresini işlediğimiz önceki yazımızda; toplumun elçiyi sorguladığını, göklerin de gönderdiği elçiyi koruduğunu belirtmiştik. Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın yirmi beşincisindeyiz.

İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre kırk birinci sure “Fâtır” dır. (Yaratan) Surede geçen göksel kavramlar; Allah, Biz, Ben ve Rab’dır. Muhammed peygambere yöneltilen hitap, yer yer de doğrudan insanadır. Sure; “Övgü, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan Allah’adır. Yaratmada dilediği kadar artırır. Doğrusu, Allah’ın gücü her şeye yeter.” ayetiyle başlar. Allah, insanlara “rahmetinden neyi açarsa artık onu tutacak, neyi de tutar kısarsa, onu da, ondan sonra salacak yoktur,” dendikten sonra, “Allah’tan başka bir yaratan mı var … nasıl da döndürülüyorsunuz,” diye sorulur.

Muhammed peygamberden önce de nice elçi yalanlanmıştır. Şu önemli uyarı yapılır: “Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın, aldatan da sakın sizi Allah adına aldatmasın.” (Hüseyin Atay) Allah ile aldatma, siyasal İslamcının her asırda yol ve yöntemi olmuştur ve bu, devam etmektedir. Bu durum sadece İslam dünyasıyla da sınırlı değildir. Tarih boyunca diğer dinlerin güç sahipleri de bu yolu kullanarak toplumları yönlendirmiştir. 16. yüzyıl Avrupasında Reform hareketiyle başlatılan aydınlanma, ne yazı ki bizim topraklarımıza dört asır sonra, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, işgal altında kalan son vatan toprağını kurtarıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurması ve devrimleriyle gelebilmiştir. Türk aydınlanmasının Büyük Önderi, Türk milletinin çağı yakalaması için çalışmış ve bizzat kaleme aldığı Nutuk adlı ölümsüz eserinde de konumuz olan “Allah ile aldatma” ya, olayları ayrıntılarıyla vererek dikkat çekmiştir.

Sureden devamla, şeytanın insana düşman olduğu ve taraftarlarını sadece cehennemlik olsunlar diye çağırdığı belirtilir. İnkâr edenlere “çetin bir azap,” inanan ve yararlı iş işleyenlere ise “bağışlanma ve büyük ödül vardır.” Şu da sorulur: “Kötü işi kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimdir?” Elçi Muhammed kendini yıpratmamalıdır çünkü “Allah dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola eriştirir.”

Ayet 9’a göre Allah, “rüzgârları gönderip bir bulut kaldıran” dır, ancak işi tamamlayan Biz’dir. Ayet şöyle devam eder: “Biz onu ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmek de böyledir.” Tekil-çoğul işleyişinin aynı ayette verilmesi; bir gücün iş ve oluşu başlatıp diğerinin de tamamlaması, Allah’ın  “Vâhid” yani “tek ve biricik” sıfatıyla nasıl bağdaşacaktır? Ardından özne yeniden tekil olur ve şöyle denir: “Allah sizi topraktan, sonra oğulcuktan/bir damla sudan yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O’nun bilgisine göredir. Ömrü uzun olanın yaşaması ve ömrünün kısalması doğrusu bir kitaptadır. Doğrusu bu Allah’a kolaydır.”

Önceki surede (Furkan) yer alan, iki denizin bir olmadığı konusu burada da şöyle verilir: “Birinin suyu tatlı, kandırıcı, serinletici ve içilmesi kolay, diğeri yakıcı, tuzludur. Her birinden taze balık eti yersiniz ve takındığınız süsler çıkarırsınız. Allah’ın bolluğunu aramanız için gemilerin onu yararak gittiğini görürsün.” İsmail Hakkı İzmirli, Arap ıstılahında (terim) büyük ırmakların derya yani deniz olduğunu belirtmiştir.

Ardından, gece-gündüz ilişkisi, güneş ve ayın buyruk altına alındığı hatırlatılır. Hükümranlık Allah’ındır, O’ndan başka tapılanlar ise “bir çekirdek zarına bile sahip değillerdir;” onlar yakarışları duymazlar, duymuş olsalar bile cevap veremezler ve Muhammed peygambere şöyle denir: Sana her şeyden haberdar olan gibi bir haber veren olmaz.” Devamında, Yaratan adına meydan okunur: “Siz Allah’a muhtaçsınız, Allah ise zengindir, övülmeye layık olandır. Dilerse sizi yok eder, yeniden başkalarını yaratır. Allah’a göre bu zor değildir.” Günah işleyen hiçbir nefsin, isterse yakını olsun, başkasının günahını çekmeyeceği belirtilir. Muhammed peygambere, “görünmediği halde Rablerine yürekten saygı duyanları ve namazı kılanları” uyarabileceği vahyedilir ve “kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur,” denir.

Kör ile görenin, karanlıklar ile aydınlığın, gölge ile sıcaklığın, ölülerle dirilerin eşit olamayacağı vurgulanır. Elçi Muhammed sadece bir uyarıcı ve müjdecidir. Devamında şu hatırlatma yapılır: “Hiçbir ümmet de yoktur ki içlerinde bir uyarıcı geçmiş olmasın.” Bir önceki Furkan suresinde yer alan “dileseydik her kente bir uyarıcı gönderirdik,” (51. ayet) cümlesinin zıttı gibi görünen bu ifade, uyarıcının farklı anlamları olabileceğine işaret midir? Örneğin, ülkesini düşman işgalinden kurtaran, devlet kuran bir önder “uyarıcı” mıdır? Hak ve adalet için, zulme karşı durmak için yola çıkan bir lider uyarıcı mıdır? Toplumunu daha ileriye götürmek için çalışan bir bilim insanı ya da bir aydın bu “uyarıcı” sınıfına girer mi?

Arap kavminden öncekiler de kendilerine, “mucizelerle, sayfalarla ve aydınlatıcı kitaplarla” gelen peygamberleri yalanlamıştır. Ben, inkâr edenleri tutup yakalar ve sorar: “O zaman beni inkâr etmek nasıl oldu?” Tekil-çoğul işleyişi 27. ayette de tekrarlanır: Gökten suyu indiren Allah’tır, Biz de onunla renkleri başka başka meyveler” çıkarır. Biz, “dağlarda da beyaz, kırmızı ve simsiyah değişik renklerde katmanlar var eder.” Devamında: Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar.” ifadesi gelir. Sonraki ayet ise “batma ihtimali olmayan bir ticaret” umanları betimler. Bunlar: Allah’ın kitabına uyanlar, namazı kılanlar” ve Biz’in kendilerine verdiği “rızıktan gizli ve açıkça verenlerdir.”

 Biz’in Elçi Muhammed’e vahyettiği, kendinden öncekilerini doğrulayan gerçek olan Kitap’tır.” Biz şöyle devam eder: “Sonra bu Kitap’ı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta yolu tutar, kimi de Allah’ın bildirisine göre iyiliklere koşar. İşte büyük erdemlik budur.” Bu erdem sahipleri “Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki giysileri de ipektir.” Rab, şükrün karşılığını verendir; cennette yorgunluk, bezginlik yoktur. İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Biz şöyle der: “Ölmelerine hükmedilmez ki ölsünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. Her nankörü böyle cezalandırırız.” Cehennemlikler, “Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka yararlı iş işleyelim’ diye bağrışırlar.” Cezanın tek bir nedeni vardır: Biz, öğüt alacak kişiyi öğüt alacak kadar yaşatmış, uyarıcı da gelmiştir!

Allah, “göklerin ve yerin görünmeyenlerini, gönüllerde olanı da bilendir. Sizi yeryüzünde halifeler/yöneticiler yapan O’dur. İnkâr edenin inkârı kendi aleyhinedir.” ifadelerinden sonra Muhammed peygamberden şunu söylemesi istenir: “De ki: ‘Allah’tan başka yakardığınız ortaklarınıza hiç baktınız mı? Yeryüzünde yarattıkları nedir? Bana göstersenize!’ Yoksa onların göklerde ortaklığı mı vardır? Yoksa, Biz onlara kitap verdik de onda olan açık bir kanıt üzere midirler?” Allah, “ayrılırlar diye gökleri ve yeri tutandır. Eğer onlar ayrılırlarsa, andolsun, onları O’ndan başka kimse tutamaz.”

Elçi Muhammed’in kavmi şöyle anlatılır: “Kendilerine bir uyarıcı gelince, andolsun ki, ümmetlerin içinde en doğru yolda gidenlerden biri olacaklarına, bütün güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdir. Ancak yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü düzen kurmak için kendilerine uyarıcının gelmesi sadece kaçmalarını artırdı.” Kurulan kötü düzenin sahibini kuşatacağı, Allah’ın yasasında değişme ve sapma olmayacağı, kendilerinden öncekilerin -ki onlar kendilerinden daha kuvvetliydiler- sonlarının nasıl olduğunu görmeleri gerektiği, hiçbir şeyin Allah’ı güçsüz bırakamayacağı belirtilir ve sure şöyle sonlanır: “Bununla beraber Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet ecelleri gelince gereğini yapar.”

Yaklaşık M.Ö. 2500’lerde başlayıp M.S. 632’de sonlanan süreçte Yahudi ve Arap kavimleri, Allah’ın elçileri olduklarını söyleyen kişilerin getirdikleri yeni dinleri kabulde önce zorlanmış, elçileri sorgulamış; elçilerin de “inkârcılar” ın da işi kolay olmamıştır. Sonrasında da göklerle bağ kuran üç din yani Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet, insanlık tarafından onaylanmış; bu yeni düzenler içinde doğup büyüyen büyük çoğunluğun genelde iman etme sorunu olmamıştır, olmaz da. Bugün biri çıkıp göklerin elçisiyim dese, atasının dini zaten onaylanmış olan kişinin ilk tepkisi gülüp geçmek olur. Ancak insanoğluyuz, belli mi olur?

Dünyadaki değişim baş döndürücü; gücü, parayı, teknolojiyi elinde tutanlar, her yer, her şey benim olmalı demeye başladılar. Dini de açık açık siyasetlerine âlet ediyorlar. Örneğin, “refah teolojisinin” savunucularından ve Beyaz Saray İnanç Ofisi Başkanı’nın, “Cennetten mesaj alıyorum Trump’a hayır demek Tanrı’ya hayır demektir.” (https://www.youtube.com/watch?v=569p2akIORk) ifadesi, farklı bir inanç (!) sisteminin ayak sesleri olabilir. Teşbihte hata olmaz diyerek soralım: İnsanoğlu, “ya Trump’ın dinindensin ya değilsin” tehdidi ile karşılaşılırsa, 14 asır öncenin ya da onun da öncesinin inkârcıları ile bir mi tutulacaktır?

Devam edecek…

Canan Murtezaoğlu

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.