22 Aralık 2024
  • İstanbul7°C
  • Ankara4°C

KİMİ EZELDEN, KİMİ GÖNÜLDEN...

Meltem Kaynas

16 Kasım 2018 Cuma 16:39

Urfa denildiğinde; düne kadar akla ilk gelen, çiğ köfte ve İbrahim Tatlıses idi muhakkak. Şimdi çok mu farklı diyeceksiniz belki! Çiğ köfte ve İbrahim Tatlıses ikilisi tabi ki yine Urfa’nın sembolleri olmaya devam ediyor; ancak Urfa’yı Urfa yapan, adı gittikçe daha fazla duyulmaya başlayan başka değerler de var çok şükür! Çok şükür diyorum, çünkü Urfa’nın gerçekten öyle güzellikleri var ki; çiğ köfteden çok daha fazlasını hak ediyor bence. Ha şimdi ben böyle dedim diye, çiğ köfteciler federasyonu falan ayaklanmasın sakın; insanın acıyla imtihanı da olsa, lezzetli şey mübarek şu çiğ köfte! Az da yiyebilsem, ben de seviyorum yani merak etmeyin sayın çiğ köfte sevenler dernekleri! Nereden çıktı şimdi bu Urfa sevdası diyeceksiniz. Malûm, insan görmeden anlayamıyor ne büyük bir nimete sahip olduğunu. Her ne kadar, ilk kez beş yıl önce o muhteşem topraklara adım atmış olsam da, günübirlik bir tur yaptığım için birçok güzelliğinden mahrum kalmışım ne yazık ki! Balıklı Göl, Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, Hz. Eyüp Sabır Makamı, Geleneksel Kubbeli Harran Evleri, Birecik Barajı’nın yapımıyla Fırat Nehri suları altında kalmış olan o muhteşem Halfeti ve tabi ki son zamanlarda pek çok kişinin ilgi odağı olan, içinde insanlık tarihi adına bir yığın soru işareti barındıran Göbeklitepe… Aslında her biri ayrı ayrı birer kitap olmayı hak ediyor olsa da, Göbeklitepe turu çok çok özel oldu benim için. Neden derseniz, adı Göbeklitepe’ yle anılan, vefatına kadar Göbeklitepe kazılarını yürüten Alman Arkeolog Prof. Klaus Schmidt’in eşi Arkeolog Çiğdem Köksal Schmidt ile tanışmak, “Anı Evi” haline dönüştürdüğü evini ziyaret edip çayını içmek ve birinci ağızdan Göbeklitepe’yi dinleyip, kafamızdaki soruları kendisine yöneltebilmek, kolay kolay ele geçemeyecek bir fırsattı benim için. Bu fırsatı yakalamış biri olarak, kendimi şanslı addediyorum. Bu vesileyle, hem evinin kapılarını açıp sorularımızı yanıtlayan Çiğdem Hanıma, hem de bu güzel insanla tanışmamıza vesile olan Kanula Tur sahibi Hasan Hazırlar Beye ve yerel rehberimiz Sn. Erhan Yıldırım’a sonsuz teşekkürler ediyorum. Konu Göbeklitepe olunca, kafamızda da insanlık tarihine, inançlara, medeniyete, kültüre ait bir yığın soru varken, eh Çiğdem Hanımı da bulmuşken, sormadan edemedik. Göbeklitepe’ yle ilgili doğru yanlış ne varsa bildiğimiz, biz sorduk o da bıkmadan, usanmadan her türlü sorumuza samimiyetle yanıt verdi. Yaptığımız söyleşinin detaylarını aşağıdaki bağlantıda bulabilirsiniz. Eğer ilginiz varsa okumanızı öneririm. Okurken eminim siz de hem keyif alacak, hem de birinci elden Göbeklitepe hakkında bilgi sahibi olacaksınız. (http://www.ozguristanbul.com.tr/birinci-agizdan-gobeklitepe) Sıcacık bir sohbet sonrası içilen çaylar ve fotoğraf çekiminin ardından, Göbeklitepe’ yi yerinde görmek için daha da sabırsızlanarak ayrıldık evden. Çiğdem Hanımı dinlerken, aklıma Kur’an’daki Ankebut suresinin 20. Ayeti geldi. “De ki: "Yeryüzünde dolaşın da yaratılışın nasıl başladığına bir bakın. İleride Allah öteki oluşmaya da vücut verecektir. Allah, her şeye Kadîr' dir.” Yaptıkları iş tam da bu! Yaratıcıyı anlamanın yolunun bilim yapmaktan; fizik, kimya, biyoloji, arkeoloji, antropoloji, botanik, zooloji… özetle bilimden geçtiğini söyleyen bir Mesaj’ ın dediğini yerine getirmekteler! Bu yüzden bir kez daha gıpta ettim kendilerine. Anlaşılan, Prof. Klaus Schmidt, mesleğinin hakkını vererek, işini layıkıyla yaparak bu dünyadaki görevini tamamlamış. Geride bıraktıkları, insanlığın kendini bilmesine ciddi katkılar sağlayacak nitelikte. Ne mutlu ona ve onun gibi işini hakkını vererek yapanlara! Bilmeyenler için minik bir hatırlatma yapayım. Göbeklitepe, Urfa’nın Haliliye ilçesi Örencik Köyü yakınlarında, dünyanın en eski tapınağı olarak anılan bir yer. Daha doğru bir ifadeyle bir “ritüel” yeri. En eski katmanı MÖ. 11.000-12.000’lerde yapıldığı düşünülüyor. İşte, zurnanın zırt dediği nokta da tam burası! Bu tarihte insanlar henüz avcı-toplayıcı durumundayken; yani henüz yerleşik düzende yaşanmıyor, hayvanlar evcilleştirilmemiş, tarım toplumu  haline geçilmemişken, bu “tapınak” nasıl oluştu? 10 ile 30 ton aralığındaki o devasa taşlar oraya nasıl bir organizasyonla getirildi? Daha da önemlisi, onları o tapınağı yapmaya iten güç neydi? İnsanlık adına bugüne kadar bilinenleri tekrar sorgulamamıza yol açacak verilerle dolu bir yer Göbeklitepe.  Şimdiye kadar tapınma ihtiyacının, yerleşik düzene geçildikten sonra düşünülebileceği bilinirken, Göbeklitepe bu tezi tersine çevirmiş gibi duruyor. Anlaşılan o ki; inançlar, insanlığın yerleşik düzene geçişi üzerinde etkili olmuş olmalı. Kısaca Schmidt’ in dediği gibi; “önce tapınak, sonra şehir” gelmiş. Tapınmak için toplanan insanların karın doyurma ihtiyacı, sonraki süreci tetiklemiş gibi duruyor. Urfa diye söze başladık madem, Urfa diyerek sürdürelim. Buraya geleni Hz. İbrahim verdiği huzurla karşılar, Hz. Eyyub şifalı sularını ikram eder. Karnınız acıkır, bol isotlu çiğ köfteyi altlık yapar, haşhaş kebabını gömersiniz! Tatlısız olur mu? “Şıllık tatlısı” kaydırır, mırra ve menengiç kahvesi bastırır! Hayatımda bir “şıllığa” bu kadar hayran kalacağımı düşünmezdim hiç! Başınıza poşuyu sararlar, sıra gecesinde adamı “ezelden Urfa’ lı” yaparlar! Karagül kokan Harran evlerinde mola verirsiniz, Halfeti’de Venedik tadında tekne sefası yapıp günün yorgunluğunu Fırat’ ın sularına bırakırsınız. Müzesiydi mozaikleriydi derken, Urfa’ya hayran olursunuz giderken! Özetle; “edeple girerseniz, lütufla çıkarsınız” peygamberler şehrinden.