22 Kasım 2024
  • İstanbul15°C
  • Ankara16°C

EŞİTLİK Mİ, YOKSA HAK MI?

Emin Varol

11 Eylül 2020 Cuma 17:10

 

 Yönetim gücünün tek elde veya bir sınıfın elinde toplanmasının sakıncalarını ortadan kaldırmak için, kuvvetler ayrılığı demokrasinin olmazsa olmazıdır. Yasama, yürütme ve yargının tek elde veya bir sınıfın elinde toplanmış olmasının bedelini insanlık çok ağır ödemiştir. Acı deneyimlerin sonucunda, kuvvetler ayrılığı uygulamasının demokratik yönetim için kaçınılmaz olduğu ortaya çıkmıştır. Kuvvetler birliğinin olduğu yerde demokrasi olmaz. Bizde olduğu gibi. Sağlıklı demokratik bir yönetimde, yasama, yürütme ve yargı işbirliği yapar ve birbirini denetler. Bütün bunlara rağmen, demokrasilerde bu kuvvetlerin tek elde veya bir sınıfın elinde toplanmasına engel olunamadığı durumlarda olmuştur. Faşizm ve Nazizm gibi. Bu üç kuvvetin dışında dördüncü bir kuvvete gerek duyulmuştur. Buda basındır. Basının bu üç kuvveti denetleme özelliği vardır. Bunu yasama, yürütme ve yargıda olanlar hakkında halka doğru bilgiler vermek suretiyle gerçekleştirir. Gerçi, bizde olduğu gibi, basın iktidarın güdümüne girip, halkı iktidarın istediği doğrultuya yönelmek gibi bir işlevde görebilir.Neticede; yasama ve yürütmeyi elinde bulunduranlar seçimle iş başına gelirler. Doğru bilgilerle donatılmış olanlarda doğru adamları seçerler. Ancak, basının verdiği bilgilerden yararlanmak ve bilgileri doğru olarak değerlendirip sağlıklı bir seçim yapmakta bir bilgi işidir. Bilgisiz cahil olanların basını takip etme, basının verdiği bilgileri gereği gibi değerlendirme ve neticede sağlıklı bir seçim yapma olanakları bilgili insanların olanaklarına göre çok kısıtlıdır. Fakat demokrasilerde, seçimlerde kullanılan oylar, ister cahil isterse bilgili insanlar tarafından kullanılmış olsun, eşit sayılır. Bu demokrasinin yumuşak karnıdır. Bu bilginin değerinin sıfırlanması ve cehaletin kutsanması demektir. Bu haksız uygulama eleştirildiği zaman, cehalet bataklığından beslenenler, eleştirenleri, halkı hakir görmekle itham ederler. Bu halkı hakir görmek değil bir hakkı savunmaktır. Gerçi profesör etiketli bir zat "Ben cahillerin ferasetine okumuşlardan daha çok güveniyorum" diyerek cehaleti kutsamıştır. Cehaleti cahiller bile kutsamaz. Fakat bu sıra dışı bir haldir. Sıra dışı haller kuralları bozmaz. Bilenle bilmeyen bir olmaz. Bilmeyenler istismara ve kandırılmaya, bilenlere göre, daha yatkındır. Bilmeyenleri aldatarak ve özelliklede inançlarını sömürerek oy devşirenler, oyların eşit sayılması kuralını alabildiğine savunurlar. Halbuki bu uygulama eşitlik adına hakkın çiğnenmesidir. İnsan eşitlikten ziyade hakkın yanında yer almalıdır. Çıkar sağlamak için hakkın çiğnenmesine göz yummak en azından bir ahlak yoksunluğudur. Hayatını ülke meselelerine adamış engin bilgi sahibi bir profesörle, dünyada ve ülkede olanlardan habersiz bir çobanı, ülkenin geleceğini belirlemede eşit kabul etmek ne akla nede vicdana sığar. Bu garabet sadece bizde değil bütün dünyada uygulanmaktadır. Ülke geleceğinin belirlenmesinde bilenlerin bilmeyenlerden daha etkin olmasını sağlamak, sağlıklı yönetim kadrolarının oluşturulmasına dolaysıyla sorunların sağlıklı bir çözüme kavuşturulmasına neden olacaktır.