26 Aralık 2024
  • İstanbul9°C
  • Ankara4°C

ENKAZ!

Meltem Kaynas

19 Nisan 2023 Çarşamba 17:10


Bir milâdımız daha oldu: 6 Şubat 2023.
Kahramanmaraş merkezli iki ciddi depremle sarsıldı ülkemiz. Cumhuriyet tarihimizin en kötü sonuçlanan deprem felaketlerinden birini yaşadık. Belki yaşamımız boyu görebileceğimiz en büyük âfete, en liyakatsiz kadrolarla yakalandık, felâket ikiye katlandı!

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyorduk ama, iki ayda sanki her şey normalleşmiş gibi eski kavgalarımıza geri döndük. Seçim sürecinde oluşumuzun da etkisi var bunda tabi.
Depremzedeler açısından hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı kesin. Yetmişinci günde dertler hâlâ ilk günkülere benzer: Çadır, konteyner, su, hijyen malzemesi, tuvalet, banyo vs.

Kriz anları, sağlamlık testidir. Hem insanlar için hem şirketler için hem de ülkeler için. Hatta aileler için bile! Krize hazırlık seviyeniz ne kadar yüksekse, hasarsız ya da az hasarla atlatma şansınız o denli yüksek olur yaşanan krizi. Ucunda ölüm yoksa, öyle ya da böyle her krize çözüm bulunur da, ülkede kriz yönetimi yoksa, ucunda ölüm var demektir.

Yaşadığımız bu deprem felaketi, depremi yaşayanlara olduğu kadar tüm ulusumuza da çok şey öğretti. En azından öğretmiş olmalı. Bilip de unuttuklarımızı da hatırlattı bizlere.

Örneğin; bir insanın yaşamak için aslında çok da fazla şeye ihtiyacı olmadığını, alınacak tek bir nefesin bile, ne kadar değerli olduğunu hatırlattı herkese. Aynı zamanda, bir insanın yaşamını sürdürmek için çok fazla şeye ihtiyacı olduğunu…
Barınma, yiyecek, içecek ve giyeceğin ötesinde; örneğin depremzede çocukların bozulan psikolojilerini düzeltmek için onlara gönüllü hizmet veren gezici eğitmenlerden ve sanatçılardan öğrendik daha bir yığın ihtiyacımız olabildiğini.

Şarlatanlıkla-bilimin farkını; bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen rant ve kişisel beka uğruna yapılan, doğru dürüst denetlenmeyen, imar aflarıyla ödüllendirilen binalar yıkılınca daha iyi anladık bu süreçte. Keşke “gerçeği-saçmalıktan” ayırt edebilmek için böyle ağır bir fatura ödemeseydik! Umarım anlamayan kalmamıştır artık bilimin ve bilim insanının önemini.

Çocukluğumuzdan beri kolumuzda bandını taşımaktan gurur duyduğumuz, adını duyunca içimizi titreten Kızılay’ımızın, insanlara çadır sattığını, yiyecek sattığını yine bu süreçte öğrendik. Öyle kırıldı ki güvenimiz, değil para kan bile vermez olduk!
Yirmi bir yıllık hükümetimizin depreme hiç de hazırlıklı olmadığını gördük. Halbuki yıllardır deprem için toplanan vergilerle hazırlık yapıldığını sanıyorduk! Sadece halk değil, yirmi küsur yıllık hükümet de enkaz altında kaldı beraberinde.
Her felakette olduğu gibi, kadere pas atıp; ihmalin, liyakatsizliğin, denetimsizliğin ve ülkeye ihanetin faturasını Yaratan’a çıkaranları gördük yine şaşılmayacağı üzere! Tedbir almadan tevekkül etmenin anlamsızlığını, canlarımız enkaz altında bağıra bağıra nefes verirken tecrübe ettik maalesef. Kaderin deprem değil, ülkemizin deprem kuşağında yer alması olduğunu, depremin değil çürük binaların öldürdüğünü anlamayan kaldı mı hâlâ bilmiyorum.
Yöneticilerin Allah olmadığını, işini beceremeyenlerin eleştirilmesinin doğal bir hak olduğunu, yanlış yapanlardan hesap sorulması gerektiğini, onların da hesap vermek zorunda olduğunu, yönetemeyenlerin değiştirilip yerine liyakat sahibi olanların getirilmesinin gerekliliğini anlamak için, bir musibeti, bin nasihate tercih etmenin bedelini ödedik kısaca.
Ha bir şey daha gördük bu süreçte: Dünyayı da ülkemizi de kendimizi de sadece ve sadece iyiliğin kurtaracağını… Ne kadar anladık bilmem ama…
Bu saatten sonra bize; hastaları için canını ortaya koyan Şeyma hemşireler lazım artık, ülkeyi enkaz yığınına çevirenler değil!
Kırk derece olmuş kafasından dumanlar çıkarma pahasına bir can daha kurtarmak için yaşamını riske atan Mustafa Aydınlar lazım bize, insanlar enkazda can çekişirken battaniye üretimiyle övünenler değil!
İnsanlara karşılık beklemeden yardım etmek için gecesini gündüzüne katan sanatçılar, doktorlar, güzel gönüller; Halûk Leventler lâzım bize, depremzedeyi azarlayan, milletine hakaret eden siyasiler değil!
Moloz yığınları arasından hâlâ insan bedenleri çıkarılırken, bilim insanlarının uyarılarına kulaklarını tıkayıp, oy uğruna temel atma yarışına girenler lâzım değil artık bize; akla, bilime, tarihe ve estetiğe uygun, yaşanabilir şehirler inşa edebilecek, işin ehli kadrolar lâzım bize!
Ülkenin efendileri yerlerde sürünürken, ihtişamlı yaşamlar süren seçilmişler değil, vatandaş gibi yaşayanlar lâzım bize.
Şimdi önümüzde bir seçim var. Hani Selçuk Tepeli hatırlatıyor ya her akşam Fox Tv’de; “Patron Sizsiniz” diye… Evet gerçek patron biziz, benim, sensin, hepimiziz! Oyunu verirken bu gerçeği unutma!
Evinde, şirketinde vasıfsız insanı çalıştırmıyorsan, ülkende de çalıştırma!
En kutsal değerlerimizi siyasetine âlet etmekten başka ülkeye verecek hiçbir şeyi kalmayanlara, gençlerimizi dinden imandan soğutanlara, ülkeyi enkaz yığınına çevirenlere geçit verme artık Allah aşkına! Yeter!
Siyasiler; ahlâklı, terbiyeli, insanî vasıfları olan, adaleti gözeten, işin ehli kişiler olmalı diyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
Boşa geçen yıllarımızın, elli bin canımızın hesabı sorulsun istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
Ödediğimiz vergilerle güvenli evler yapılsın, kimse aç yatmasın, sokakta kalmasın, ekmeğini bileğinin gücüyle kazansın, insanca yaşasın istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
Ülkemize bahar gelsin artık diyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
Toprak doydu insana. Elli bin can bile yetmiyor mu bu ülkede milat yaratmaya?
Pardon? Helâllik mi dedi biri?
Razıysak hâlâ; Naci Görür’ün gözyaşları boğmaz mı bizi?
Enkazdan çıkan bebelerin korku sinmiş gözleri cehennemimiz olmaz mı bizim?
Evladını kaybeden ananın babanın, ana-babasını kaybeden evladın feryadı sonsuza kadar yakmaz mı içimizi?
Enkaz altında yardım beklerken can verenlerin ahı tutmaz mı hepimizi?