CUMHURİYET’İN EĞİTİM DEVRİMLERİ (1)
Hergünlü/Mali Müşavir
26 Eylül 2024 Perşembe 17:08
“Komadı karanlığın ağaçları, ülke uyansın ülke çiçeğe dursun.
Komadı aydınlıktan korkanlar…”
Türkiye’de eğitim sisteminin çöküşü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün hemen ardından, bizzat hükûmetler eliyle başlatılmıştır. İlki 1939’da ikincisi 1949’da olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile imzalanan ikili eğitim anlaşmaları, bu çökmenin esaslarını oluşturmuştur.
1949’da, Türkiye ve ABD Hükûmetleri Arasında “Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkında” bir anlaşma imzalanır... Özellikle 5. Maddesi, Türk eğitim sistemini ortadan kaldırabilecek biçimde düzenlenmiştir. Şöyle denilmektedir:
“Komisyon; dördü T.C vatandaşı, dördü de ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD diplomatik misyon (görev) şefi, komisyonun fahri başkanı olacaktır ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.”
Bu anlaşmaya göre komisyonda nasıl oylanırsa oylansın sonuç her defasında “fahri başkan” oyuyla ABD’den yana olacaktır. Kısaca Türk Eğitim Sistemi ABD’ye teslim edilmiştir.
Şimdi filmi biraz geriye saralım ve ABD ile imzalanan bu anlaşma öncesinde Türkiye’de eğitim adına neler yapılmış, bir göz atalım.
3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan kanunlarla üç büyük devrim yasası yürürlüğe girer: Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılır, yerine Diyanet İşleri Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü oluşturulur. Böylece laiklik ilkesinin de temeli atılır. Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) ile eğitime millî birlik ve nitelik kazandırılır.
Üç Büyük Devrim Yasası’nın çıkmasının ardından, artık hiçbir ilim ve bilim üretemeyen, bir yararı kalmayan, kendini yenileyemeyen yapısıyla Ortaçağ karanlığını temsil eden medreseler de kapatılır. Bütün okullar Millî Eğitim’e bağlanır.
Öğretim Birliği Yasası ile Millî Eğitimin yüzünün modern bilime, ilime ve fenne dayandırılmasıyla ilgili çok sayıda çalışmanın ardından, 1926 yılında ilk, “ilkokul programı” hayata geçirilir. Bu programın en önemli özelliği günümüze kadar uygulanacak olan toplu eğitim uygulamasının başlatılmasıdır. .
1927 yılı geldiğinde eğitim adına Kayseri’de ilk Köy Öğretmen Okulu hayata geçirilir. 1926-1927 eğitim döneminde ücretsiz hale getirilen eğitim sisteminde Harp okulları dışındaki tüm eğitim kurumlarında karma eğitime geçilerek, kız ve erkek öğrencilerin bir arada eğitim görmeleri sağlanır.
20 Mayıs 1928’de uluslararası rakamlar kabul edilerek kullanılmaya başlanır. Kasım ayında ise, uzun zamandır üzerinde çalışılan Harf Devrimi gerçekleştirilir. Atatürk; 9 Ağustos 1928’de, Sarayburnu Parkı’nda CHP’nin gerçekleştirdiği bir toplantıda, yeni Türk alfabesini davetlilere tanıtarak, Türk Harf İnkılâbı’nı başlatır. 1 Kasım 1928 günü Meclis, yeni Türk Harfleri Kanunu’nu kabul eder ve 3 Kasım 1928 günü, bu kanun, Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girer.
Basının da desteği ile ülkede yeni Alfabe’nin benimsenmesi, öğrenilmesi ve yaygınlaştırılması amacıyla coşkulu bir çaba başlatılır. Halkın, Latin harflerini kabul edip, hızla okuma yazma öğrenmeye başlamasının başlıca nedeni, Osmanlı’daki okur-yazar oranının hayli düşük olmasıdır. O dönemin kaynakları incelendiğinde, okur-yazar oranının; örneğin, 1918 yılında yüzde 5’i geçmediği görülür. 1927 yılına gelindiğinde ise okur-yazar oranı yüzde 10’un biraz üzerinde görülmektedir. Arap harfleriyle yazılan Türkçenin az sayıda okuma-yazma bilenler açısından bile hayli zorlanıldığı gerçeğinden hareket edilecek olursa, okur-yazar oranının bu ölçülere düşmesini normal karşılamak gerekir. Okur-yazar olmayan halkın âdeta sıfırdan başlayarak eğitilmesi, okur-yazarlığın beklenmeyen bir hızla yükselmesine sebep olmuştur.
Atatürk’ün koruyuculuğunda Türk Eğitim Derneği (TED) kurulur. 1 Aralık 1928’den itibaren gazete, dergi ve benzeri yayınlar, 1 Ocak 1929’dan itibaren de tüm kitaplar yeni harflerle basılır.
Yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 1 Ocak 1929’dan itibaren yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılır; bu mekteplerde yetişkinlere yeni harflerle okuma yazma öğretilir. Bu okullardan 2,5 milyon insanın diploma alması sağlanır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu çalışmalara “Millet Mektepleri Başöğretmeni” sıfatıyla bizzat katılır. Eski yazılı kitapları yeni harflere çevirmek için Dil Encümeni bünyesinde bir de komisyon kurulur. Haziran ayında ise Latin Harflerinin Resmî İşlemlerde Kullanılması Hakkında Kanun yürürlüğe girer.
1932 yılına gelindiğinde, tutucu bir çizgiye giren Türk Ocakları dağıtılır; yerine, halkevleri ve halkodaları açılır. Halkevleri; ülkedeki tüm vatandaşları toplayan, birleştiren ve tanıştıran, birbirini seven, ulusuna bağlı bir topluluk haline getirmeyi amaçlayan kurumlar olarak planlanır. Malî kaynakları devlet bütçesinden ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden aktarılan fonlardan oluşmaktadır. İlk Halkevi Ankara’da açılır. CHP’nin desteğinde örgütlenen halkevlerinin çalışmaları, dokuz etkinlik halinde düzenlenir; Dil-edebiyat-tarih, Güzel sanatlar, Temsil, Spor, İçtimai (sosyal) yardım, Halk dershaneleri ve kurslar, Kütüphane ve yayın, Köycülük, Müze ve sergi.
Eğitim ve kültür adına neyin eksikliği varsa onun telafisi adına açılan halkevleri ve halk odaları, o günün şartlarında aydınlanma hareketini başlatan ve taşraya kadar yayan önemli merkezler haline gelir. Okuma-yazma oranının ve kütüphanelerin yok denecek kadar az olduğu genç Türkiye Cumhuriyeti’nde, 1931-1951 yılları arasında (1951’de Demokrat Parti-Adnan Menderes hükümetince kapatılana kadar) biri Londra’da olmak üzere 478 halkevi ile 4322 halkodası açılır.
1933 yılında, çağdaş ve anlamlı bir üniversite reformu gerçekleştirilir. II. Abdülhamit tarafından kurulan Darülfünun-u Şahane, genç Türkiye için, Atatürk’ün hedeflediği muasır medeniyet seviyesine ulaşılacak bir eğitim sisteminden yoksundur. 31 Mayıs 1933’te yeni bir üniversite kurulmasına dair bir Kanun yayınlanır. 31 Temmuz’da Darülfünun lağvedilir ve 1 Ağustos’ta İstanbul Üniversitesi faaliyete geçer. Cumhuriyet’e ve Kurtuluş Savaşı’na soğuk bakan Darülfünun’un müderris ve müderris yardımcılarının görevlerine son verilir. Yerlerine, Hitler Rejimi’nden kaçan Alman ve Yahudi eğitimci ve bilim adamları getirilir. Kovduğu bilim adamları ile Türk Hükümeti’nin temasa geçtiğini öğrenen Hitler çok öfkelenir ve “Benim ortadan kaldırmak istediğim bu Yahudi alayını Mustafa Kemal koruyamaz. Buna müsaade veremem.” diye tehditte bulunarak Atatürk’e “Bu komünist profesörleri ülkenize sokmayınız!” mesajı gönderir. Atatürk’ün cevabı ise oldukça serttir; “Bir onbaşı beni cinayetlerine âlet edemez!” Hitler’in mesajını hiç umursamayan Atatürk, Türkiye’ye sığınmak ve Türk üniversitelerinde görev yapmak isteyen Alman profesörlere kapıları sonuna kadar açar. Almanlara bir süre sonra İtalyan ve Fransız bilim adamları da katılacaktır.
1935’de Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1936’da Ankara Devlet Konservatuarı açılır.
17 Nisan 1940 tarihinde Atatürk’ün en önemli projelerinden biri olan Köy Enstitüleri Kanunu yürürlüğe girer. Projenin amacı çok kısa sürede, çok sayıda köy öğretmeni yetiştirmek ve kırsal kesimdeki öğretmen sorununu çözebilmektir. 1935 yılı Türkiye’sinde erkek nüfusun yüzde 23,3’ ü, kadın nüfusun ise yüzde 8,2’si okur-yazardı. Atmış bin civarında olduğu tahmin edilen köy ya da kırsal yerleşim biriminin yarısında okul yoktu. Var olan köy okullarının çoğu üç yıllık okullardı. Yoksulluk nedeniyle köylere yol ve elektrik, buna bağlı olarak da okul hizmeti götürülememişti. Bu nedenle daha Atatürk zamanında askerliğini onbaşı ya da çavuş olarak yapmış köylülerden köy öğretmeni yetiştirme çalışması başlatılmıştı. Bu çalışma, Köy Enstitüleri’nin bir başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Köy Enstitüleri, köylülerin ortak emeğiyle yani geleneksel imece usulü ile oluşturulacak ve köylerden alınan öğrenciler buralarda eğitilerek yine köylere gönderilecektir. Köy kökenli olan bu öğretmenlerin, şehirde yetişenlerin aksine köylerde daha verimli ve etkili olabileceği düşünülmektedir. Köy Enstitüleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesi, CHP içindeki bazı “muhalif” grupların ve de toprak ağalarının hiç hoşuna gitmez. Çok sayıda CHP’li üye, “sessiz protesto” çerçevesinde oylamaya katılmazlar. Hasanoğlan Hatırası adlı kitabın yazarı Mustafa Güneri, o günleri bakın nasıl anlatıyor;
“17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri’nin yasalaşması için Meclis’e gelen yasa teklifinde hiç ret oyu çıkmadı, fakat 146 kişi oylamaya katılmadı. Bu, sessiz bir muhalefetin göstergesiydi. Oylamaya katılmayanlar arasında, daha sonra Demokrat Parti’yi kuracak olan Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü gibi isimler vardı. Ayrıca enstitülülerin köylüyü uyandırmasından ürken büyük toprak sahipleri de enstitülere şiddetle karşıydı ve bu gelecek yıllarda açığa çıktı.”
İsmet İnönü, Maarif Vekili Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Umum Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, bu girişimi destekleyen kadronun başında gelmektedir. Yeni ve değişik bir eğitim anlayışıyla yetiştirilecek Köy Enstitüsü mezunu gençlerin, gittikleri yerlerde siyasal, sosyal ve kültürel anlamda etkili olacaklarına inanmaktadırlar. Halkevleri, Halk Odaları ve Köy Enstitüleri birlikte düşünüldüğünde, ülkede eğitim alanında topyekûn bir seferberliğin başlatıldığından şüphe yoktur.
Devam edecek...
Tülay Hergünlü
26 Eylül 2024
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2016 Özgür İstanbul