23 Ekim 2024
  • İstanbul11°C
  • Ankara4°C

BARIŞ BARIŞ BAŞARSLAN;''CHP ANADOLU MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİNİN DEVAMI OLAN BİR PARTİDİR''

 CHP Pendik’in genç ilçe sekreteri Mustafa Barış Başarslan ile bir araya gelerek, yerel siyasetten çok genel siyaset hakkında bir söyleşi yaptık.

BARIŞ BARIŞ BAŞARSLAN;''CHP ANADOLU  MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİNİN DEVAMI OLAN BİR PARTİDİR''

02 Temmuz 2024 Salı 17:21

 

 1989 doğumlu olan Mustafa Barış Başarslan, CHP Pendik’te 3 dönem ilçe sekreterliği yaparak en uzun dönem ilçe sekreteri olma başarısını elde etmekle birlikte, genç yaşında bu görevde bulunması örgüt ve kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Biz de kendisine siyasi yolculuğunda başarılar dileyerek sohbete başladık.

Özgür İstanbul;Türkiye’de siyaset hangi noktadan, hangi noktaya geldi?

MUSTAFA BARIŞ BAŞARSLAN: Aslında Türkiye’de siyasetin hangi noktaya geldiğini anlamak için; en geriye gitmek gerekir. Siyaset ya da politika aslında biz de bilinen anlamının dışında demokratikleşme süreci ile bir arada olan bir süreçtir. Bu da siyasi partilerin bir araya gelmesi ile olur. İnsanlar fikirlerine ve düşüncelerine yakın olan siyasi kurumların kendilerini yönetmesini ister ya da yönetmek ister. Biz de maalesef AKP döneminde fikirler ve düşüncelerden çok kişisel beklentiler ile siyasi kurumlara bir yakınlık doğmaya başladı.

Çok partili seçim de bu bir tartışma konusu mudur peki? Sonuçta sizin de savunduğunuz demokrasi ile yönetilen ülkelerde seçimi kazanan fikir ve düşünceleri ile hareket etmeyebilir? Bu da demokratik bir hak değil midir?

MBB: Değildir tabi ki. Çünkü demokrasi sadece birden fazla partinin seçime girip yarışması değil, seçime giren partilerin bir düşünce, ilke ve değerler üzerinden yönetime talip olması gerekiyor. O nedenle fikir ve düşünceler ile hareket etmemek demokratik bir hak değil, bir kısıtlamadır. Bir örnek vermek gerekirse; bu coğrafyada çok partili sisteme geçiş aslında 1908’li yıllarda başladı. İttihat ve Terakki Partisi, Hürriyet ve İtilaf Partisi, Bugün CHP’nin de aslında devamı olduğu Anadolu Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti gibi partiler vardı. Fakat nihai kararı yine padişah veriyordu. Şimdi bugün Türkiye’de yine aynı sisteme özenme durumu yok mu sizce? Bugün AKP iktidarı elinden gelse kaybettiği her belediyeye kayyum atayacak. Bu da yine AKP’nin ortaya attığı başkanlık sisteminin bir zafiyeti maalesef.

Başkanlık sistemi demokrasiye uygun değil mi sizce?

MBB: Başkanlık sistemi dediğiniz zaman aslında Amerikan modeli bir başkanlık sistemi var ki; yasama-yürütme ve yargıyı tam olarak birbirinden ayıran bir süreçtir. Biz de ise birbirine bağlayan bir süreçtir tam olarak.

Peki Türkiye’nin siyasi serüveni nasıl devam etti?

MBB: Şöyle ki; Cumhuriyet kurulduktan sonra bir aydınlanma üzerinden başlayan siyasi süreç devrimler ile taçlandı. Bu dönem Türkiye’nin antiemperyalist ilkeler üzerinden kendini var etme mücadelesi ve dönemiydi.1945 itibariyle çok partili sisteme geçiş yapılmış, Demokrat Parti ile liberal sisteme geçiş yapılmak istenmiştir. Burada temelleri atılan Cumhuriyet ilkelerinden bazıları ile ters düşmek zorundan kaldı dönemin iktidar partisi. Kurmak istediği ekonomik sistem ve izlediği politikalar özellikle devletçilik ve halkçılık ilkesi ile örtüşmüyordu.

27 Mayıs Darbesi ile Türkiye çok farklı bir sürece giriyordu. Bence Türkiye Cumhuriyeti döneminde araştırılması gereken en ilginç dönemlerden biri 27 Mayıs Darbesi’dir. Darbe yaparak demokrasiyi ayaklar altına alan bu süreç; Türkiye’de sendikal faaliyetlerin başlamasını sağlamış; üniversitelerin siyasette daha fazla aksiyon almasını sağlamıştır. Bu süreçten sonra Türkiye’de üniversite gençliği tamamen politikleşmeye başlamıştır. Deniz Gezmiş, Harun Karadeniz, Sinan Cemgil, Mahir Çayan bu dönemde hep bir araya gelmişlerdir.

Peki o dönemin gençleri arasındaki ayrışma neden vardı?

MBB: Bu süreçte aslında farklı figürler vardı fakat düşünce ve yöntem olarak birbirlerinden ayrışmaları kaçınılmazdı. Şöyle ki; Mahir Çayan önce antiemperyalist mücadele verip, sonradan sosyalist devrim yapılmasını istiyordu. Fakat Sadun Aren’ler tam tersi; önce devrim yapalım sonra emperyalizmi zaten göndermiş oluruz diyorlardı. Hatta Mahir Çayan bu konuda Aren Oportünizmi hakkında kitap yazmıştır. Bunun dışında Deniz Gezmiş ile İbrahim Kaypakkaya arasında Kemalizm üzerinden yaşanan bir ayrışma vardı. 68 kuşağı bence Türkiye’de bilimsel ve eylemsel siyasetin tohumlarını atan bir kuşaktı ve maalesef devamının geldiğini de pek düşünmüyorum.

80 Kuşağı bu atılan tohumun devamı değil miydi sizce?

MBB: Mutlaka devamı idi fakat bu dönemde hem sağ hem de sol kendi içerisinde çok fazla fraksiyonlara ayrılmış durumdalardı. Artık kitlelere yayılan bir durumdu ve fakat bir lider üzerinden değil de ufak ufak fraksiyonların liderleri üzerinden yürütülen sürecin başarılı olma imkanı yoktu. Çok bilinen böl parçala yönet burada da geçerli oldu maalesef.

Son siyasi süreç bu dönemler denilebilir miydi?

MBB: Denilebilir aslında. Herkesin özlediği bir 90 Kuşağı var biliyorsunuz. Aslında bu toz pembe dönem, insanların artık evlerine çekildiği, köyden kente göçlerin de daha da artması ile mahallelerin büyümesi ve mahalle kültürünün artması toplumu biraz daha normalleştirmiş gibi görünse de, arka tarafta beyaz torosların cirit attığı bir dönem olmuştur. Bu da incelenmesi gereken bambaşka bir konu.

2000’li yıllar nasıl gelişti sizce? Zaten AKP-CHP arasında  geçen bir süreçti?

MBB: Bu süreci de çok farklı bir bakış açısı ile değerlendirmek lazım bence. Ben kısaca düşüncelerimi şöyle anlatayım. 1 Mart Tezkeresine “evet” diyen AKP, “hayır” diyen CHP; aslında Türkiye’nin geldiği noktayı ortaya koyuyordu. Türkiye’de ilkeler üzerinden bir ayrışma yaşanacağı kaçınılmazdı. Dünya da şunu kim açıklayabilir; kurulduğu andan itibaren sürekli tek başına iktidar olan bir parti var ve karşısında yıllardır seçmenin her daim dinamik tutabilen bir muhalefet partisi var. AKP Türkiye’nin aydınlanma devrimi ile çok cebelleşti. Cumhuriyet değerlerini, Lozan Antlaşmasını ciddiye almadı.

Hatta Lozan Barış Anlaşmasının Türkiye’nin elini kolunu bağladığını ve 100. Yılında zenginleşeceği gibi saçma sapan teorilerine seçmeninin ciddi bir bölümünü inandırdı. Laiklik ilkesi üzerinden mağdur edebiyatını çok iyi kullanarak seçmenini elinde tuttu. Devletçilik ilkesini zaten özelleştirmeler ile hepten hiçe saydı ki bugün ekonominin geldiği noktayı görüyoruz. AKP siyaseti yukarıda da söylediğim gibi seçmenini kendine muhtaç hale getirerek kendi yandaşlarını güçlendirdi. Bu da halkçılık ilkesine ters düşen bir tavırdı. Milliyetçilik söylemini dönemin koşullarına göre kullandı ve bunları hep karşı devrimci bir anlayış ile yapmaya çalıştı. Ancak medya manipülasyonları ve şişirme politkalar bugün iflas etti.

 Peki son olarak bu süreç nasıl sonlanır?

MBB: AKP seçmeni ve AKP lider odaklı bir partidir. Recep Tayyip Erdoğan bu seçmenin gözünde seçim kaybetmeyen güçlü bir profildir. Türkiye’de yaşanan son gelişmeleri vatandaş değerlendirdi ve CHP’yi belediye seçimlerinde birinci parti yaptı.

Devletin ve belediyelerin gücünü alan AKP, artık en büyük gücünü kaybetmiş durumda. Artık AKP’nin iktidar olması pek mümkün görünmemekle birlikte, sağ ve merkez sağ kendi arasında fikir ayrılıklarına düşecektir diye düşünüyorum.

 

 

 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON DAKİKA