Nihayet bunu da gördük. Dincilerin iktidarındaki devlet, üniversitenin kapısına kelepçe vurdu. Bu kelepçe, bilime, özgürlüğe, uygar ve demokratik bir toplum olmaya, kısacası ülkenin geleceğine vurulmuştur. Türkiye'nin sayılı bilim yuvarlarından biri olan Boğaziçi Üniversitesine atanan rektörü, öğrencilerin protesto etmelerine polis müdahale edip üniversitenin bahçe kapısını kelepçeleyerek kapattı. Üniversite rektörlüğü gibi önemli bir makam için atama yoluyla görevli belirlenmesi demokrasinin neresinde yazar? Üniversiteden diploma alamamış ve akademik düzenden habersiz olan birinin bu atamayı yapmış olması, kasabın beyin ameliyatı yapmasından daha sakıncalıdır. Demokratik ülkelerde üniversiteler özerk kurumlardır. Rektörün, öğrencilerin, akademisyenlerin ve üniversiteyle ilgili diğer görevlilerin katılacağı bir seçimle belirlenmesi, üniversite özerkliğinin gereğidir. Bunun yerine rektörün bir muktedirin atamasıyla belirlenmesi akıla, mantığa, hayatın akışına terstir. Üniversiteler ülke geleceğinin güvencesi olan kadroları yetiştirir. Bu kadroları yetiştiren kurumun başında olacak kişinin, liyakat sahibi, bilim insanı olması gerekir. Bilim insanı kendine bilime adamış demektir. Akademik unvanını kişisel çıkarı için kullanan, bilimin dışında gelecek arayandan bilim insanı olmaz.
Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne atanan zat AKP'den milletvekili aday adayı olmuş, aday bile olamamış, siyasette kendine yer bulamamış biridir. Bu bilim adamı değil, çıkarının peşinde koşan ve çıkar sağlamak için akademik unvanından yararlanma yollarını arayan bir kişidir. Böyle birisinin rektörlüğe layık olmadığı aşikardır. Üniversite camiasının bu atamayı kabul etmemesi çok anlaşılır bir tutumdur.
Üniversite öğrencilerinin, en demokratik hakları olan, protesto hakkını kullanmalarının devletin polis gücüyle engellemesi faşizan bir davranıştır. Polisin üniversiteye girerek öğrencilere karşı güç kullanmış olması üniversite özerkliğini yok sayan bir davranıştır. Bu, yüzyıldan bu yana yüzünü uygarlığa dönmüş olan Türkiye'nin bu yolda, hatırı sayılır, bir yol alamadığının bir göstergesidir. Demokrasi ve insan hakları konusunda devlet bir defa daha sınıfta kalmıştır. Demokratik bir hak olan protesto hakkını kullanamaya kalkanlara devlet polis gücüyle, her zaman engel olmaktadır. Kadına uygulanan şiddeti protesto için eylem yapanları, baroların bölünmesini protesto etmek için eylem yapan avukatları, uğradıkları haksızlığı protesto etmek için eylem yapan işçileri, buna benzer daha bir çok protesto eylemlerini devlet polis gücüyle engellemiştir. Devletin gücünü demokratik hakların ortadan kaldırmak için kullanması faşizmdir. İktidar bir taraftan polis gücünü meşru olmayan bir biçimde kullanırken diğer taraftan yargıyı da kendi güdümüne alarak, adaleti hak dağıtmak için değil haksızlığı meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Muhalif basını sindirmek için, hiçbir demokratik ülkede kabul edilemeyecek, bir baskı uygulanmaktadır. Memleketin kaderi bir muktedirin iki dudağı arasına terk edilmiştir.
Bugün ülkede dört dörtlük bir dikta rejimi vardır. Bu rejimle Türkiye'nin sorunlarının üstesinden gelmek olasılığı yoktur.