Yüz yıllık süreçte Atatürk’ün düşünce yapısının bütünüyle anlaşılmadığı, anlatılmadığı, yöntemlerinin uygulanmadığı gerçeği ortadadır. Aksine Türk milleti sağ-sol gibi ithal kavramlar ya da dindar-laik, Sünni-Alevi gibi başlıklar altında ayrıştırılmıştır. Kimi zaman şu yönetim kimi zaman bu yönetim kazanmıştır ancak Türkiye hep kaybetmiştir; Atatürk’ün hedef gösterdiği muasır medeniyete ulaşamamış yani çağı yakalayamamıştır.
“Altı Ok” olarak belirlenen ideolojide “milliyetçilik” ve “halkçılık” ilkeleri vardır ancak bunlar tarif edilirken sağ veya sol ifadelerine yer verilmemiştir çünkü Atatürk, “denge” dir. Bu dengeyi Prof. Dr. Sina Akşin’den okuyalım: “Halkçılık, halkı gözeten, halktan yana siyaset gütmek demektir. Halk kavramı bütün sınıf ve grupları kapsayan bir kavram olarak yorumlanabilirse de, öncelikle dar gelirli köylüleri, işçileri ve dar gelirli öbür kesimleri amaçlar… Milliyetçilik ya da ulusçuluk ilkesi, saldırgan, yayılmacı olmayan yani barışçıl bir ilkedir… Bu ulusçuluk, sağcı, tutucu bir ulusçuluk değildir… Türkiye dünyanın en ileri, en uygar ülkeleriyle ve her alanda yarışabilmelidir. Askerlik ya da iktisatta olduğu kadar, sanat ve yazında, insan hakları ve bilimde de ön safta olmalıdır…” (Prof. Dr. Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s.225-226)
6 Şubat 1921’de Mustafa Kemal Paşa, Hakimiyet-i Milliye gazetesi muhabiri Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’in sorularını şöyle yanıtlar: “Komünizm içtimaî (toplumsal) bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin sosyal şartları, dinî ve milli ananelerinin (geleneklerinin) kuvveti, Rusya’daki komünizmin bizce uygulanmasına müsait olmadığı kanaatini doğrular mahiyettedir.” (Prof. Dr. Utkan Kocatürk; Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma Merkezi)
Mustafa Kemal Paşa, 2 Kasım 1922’de ise “Petit Parisien” muhabirine- barış şartları, iç ve dış siyasî sorunlar hakkında demeç verir ve şöyle der: “… Biz ne Bolşevik’ iz ne de komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız.”
Dikkat edilirse, Atatürk ithal kavramlara yönelmemiştir çünkü Atatürk Türk milletinin yapısını çok iyi bilmektedir. Hareket noktası, kendi milletinin öz doğasıdır. Sina Akşin bu durumu da şöyle ifade ediyor: “Devrim belli bir yaygınlığa, tabana sahip olduktan sonra çok-partili dizge içinde de mesafe alabilir. Bunun için, iktidara gelmese bile bir büyük partinin ödünsüz bir Atatürkçülüğü savunması gerekir. En büyük partilerin de temelde Atatürkçü olması gerekir.” (Kısa Türkiye Tarihi, s.225-226)
1950’de, Türkiye tarihinin ilk demokratik seçimi yapılıp Demokrat Parti iktidara geldiğinde, Menderes’in yaptığı ilk iş, “uzun yıllar beyhude israf edildi” sözleriyle Atatürk ve İnönü dönemlerini eleştirmek olmuş ancak çiçeği burnunda “demokrasi” nin çarkları bir süre sonra halktan yana değil iktidardan yana dönmeye başlamıştır. 2002’de iktidar olan aynı damarın farklı uzantısı da “Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık” demiş ya da Cumhuriyet’i “90 yıllık reklam arası” olarak ifade etmiştir. Yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar üçlüsü ile göz boyayanlar, 2018 itibariyle “demokrasi” maskelerini de kaldırıp atınca gerçek yüzleri ortaya çıkmıştır. Yolsuzluk devletin kalbinin bütün kulakçık ve karıncıklarını sarmış, yoksulluk derin yoksulluğa evrilmiş, yasaklar ise Saray’ın bahçe duvarları ve iktidar partisinin mekânları dışında her vesile ile uygulanır olmuştur.
Menderes dönemi ile Erdoğan dönemi dinciliğin kapılarının sonuna kadar açıldığı dönemlerdir. Menderes, muhafazakâr kesimin beklentilerini karşılamak için dinî konularda bol bol vaat vermiştir. Hele 1955’ten sonra enflasyonun artması, kötü ekonomik gidiş ve parti içi sıkıntılar nedeniyle popülist yaklaşımlara sarılan Menderes; “Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz.” demekte bir beis görmemiştir. Bugün ise iktidarının sallantıda olduğunu gören Erdoğan; Gaffar Okkan’ın kahpece, Gonca Kuriş’in de domuz bağı ile katledilişlerinde rol oynayan Hizbullahçıları yanına almakta beis görmemiştir. Dini kullanan kesim ise mide bağlantısını kaybetmemek için cami avlularındaki mitingleri, Ayasofya reklam filmlerini alkışlamaktadır. Yine bu kesim, ne ilginçtir ki zamanında Menderes’i “evliya”, “ulusun başına Peygamber’in, Allah’ın tayin ettiği lider” sıfatlarıyla kutsal ilan etmişti, şimdi de Erdoğan için “Allah gibi adam”, “Allah bir Tayyip iki” diyerek secdelere kapanıyorlar! Biz de şirklerini Allah kabul etsin diyelim.
Menderes, muhalefeti “dinsiz bir düşman” olarak ilan etmişti, bugün de sarayın koltuk kollayıcıları muhalefeti “küffar” yani kâfir ilan ediyor. Yetmiyor, bir Bakan çıkıyor, şampanya ile secdeyi karşı karşıya getiriyor ve kendini “temiz alnını secdeye koyanlardan” sayıyor! Bu Bakan belli ki hiç Kur’an okumamış ya da ne dediğini bilmeden okuduğu içindir ki, “… Kendinizi temize çıkarmayın. O saygılı olanı çok iyi bilir.” ayetini hiç bilmiyor! (Necm, 32)
Hem Menderes hem Erdoğan dönemleri dışa bağımlılığın arttığı dönemlerdir. Ancak Erdoğan, “Tahıl Koridoru Anlaşması” ile bu konuda Menderes’i sollamıştır. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; “ülkeyi 70 cente muhtaç ettiniz” diyen Başbakan Bülent Ecevit’i, “Şu anda 70 cente değil, bir cente muhtaç durumdayız.” diyerek yanıtlamıştı. (2002) Bir cente muhtaç olmak elbette kötüydü ancak beterin beteri vardı işte. Şimdi de bir avuç buğday için savaş bölgesinden gelecek gemileri bekliyoruz. Saray hükümetine soralım: 400’den fazla buğday çeşidine sahip tahıl ambarı Anadolu’muzu çoraklaştırmak görevi size mi verildi? Ya da Anadolu babanızdan miras mıydı da har vurup harman savurdunuz; ne tarım bıraktınız ne hayvancılık! O kadar “yerli ve millî” siniz ki ülkemizi, beşiği Göbeklitepe olan buğday için, üstelik de “gâvur” dediklerinize avuç açar hale getirdiniz!
Devlet’in bütün olanakları o gün olduğu gibi bugün de iktidarın emrindedir. İş o raddeye varmıştır ki, mevcut Cumhurbaşkanı açılış adı altında küçük çaplı mitingler düzenlemekte, milletvekili adayı olan Bakan seçim bölgesinde vali tarafından karşılanmakta, aday olan Bakanlar, il örgütleriyle toplantılarını bakanlık binalarında yapmaktadırlar. Milletvekili adayı bir başka Bakan’ın seçim aracı da AFAD yardım kolileriyle dolaşmaktadır! Menderes nasıl Devlet radyosunu siyasî çıkarları için kullandıysa Erdoğan da aynı yolda yürümeyi sürdürmektedir. Hiçbir muhalif siyasetçiye ekranlarını açmayan TRT, teröristbaşı Öcalan’ın kardeşi ile röportaj yapmış, Osman Öcalan da İmralı’dan servis edilen mektubu ekranda okumuş ve İstanbul seçimi için iktidar lehine oy istemiştir.
Menderes’in yargılandığı davalardan biri de “Örtülü Ödenek Davası” idi; özellikle yandaş gazete ve gazetecilere örtülü ödenekten yüklü paralar verdiği ortaya çıkmıştı. Mevcut iktidarın “örtülü” sünün içeriği şimdilik bilinmiyor ancak yarınlarda bilinecektir. Burada birkaç rakam da verelim. Dış ticaret açığı 99.8 milyar dolarla tarihî rekor kırdı (2022) ve son bir yılda borç stoku 1 trilyon 263 milyar TL arttı. (Emin Çapa; Dünyanın 1001 Hali Halk TV) Merkez Bankası’nın net rezervi de eksi 43 milyar dolar! (Aralık 2022)
Menderes’in Demokrat Parti hükümeti, 600 milyon dolar dış borcunu ödeyemeyecek hale gelince moratoryum* ilân etmişti. (4 Ağustos 1958) Daha ilginci de borç miktarlarının alacaklı ülke hükümetleri tarafından bildirmiş olmasıydı. Yani Menderes hükümeti kime ne borç verdiğini bilmekten bile acizdi. 2002’den beri yönetenlerin de birçok görüşmesi yandaş tercümanlar ile yapıldı. Son örneklerden biri Erdoğan-Biden görüşmesinde Merve Kavakçı’nın kızının çevirmen olarak bulunmasıdır. Demek ki ileride, Devlet’in arşivini tamamlamak için yabancılardan ricacı olacağız! Demek ki, “yerli ve millî” söylemiyle halka yutturulan dış güçler hikâyesi buymuş!
Sayısız benzerlik var Menderes ve Erdoğan yönetimi arasında. Bir edep yoksunluğu örneği olarak Menderes, Atatürk ve İnönü döneminin “millete yük” olduğunu iddia etmişti. Erdoğan da bu “yük” için “iki ayyaş” ifadesini kullandı çünkü o gün de Atatürk Cumhuriyeti hedefti, bugün de hedef!
Abraham Lincoln’in bir sözü vardır: “Tüm insanları bir süre kandırabilirsiniz, birtakım insanları sürekli kandırabilirsiniz ama tüm insanları sürekli kandıramazsınız.” Demokrasi söylemleriyle başlayan ancak “tek adam” rejimine evrilen bu sistem “illallah” dedirtmiştir ve değişim şart olmuştur. Bu değişimin şart olduğunu anlayan, gelecek kaygısı içindeki gençlik de muhalefet çatısı altında birleşe birleşe toplanıyor. Şunu asla unutmayalım ki, dini kullanan iktidarların tek hedefi her daim, Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı şeriatı getirmektir. Önce demokrasiyi kullanırlar sonra dümeni kırarlar. Günümüzde Cumhur İttifakı da dümeni “şeriat” a doğru kırmıştır ve bu artık tüm çıplaklığı ile ortadadır. Lütfen birleşelim ve Cumhuriyet’imizi gerçek demokrasi ile taçlandıralım…
Canan Murtezaoğlu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.