• BIST 10025.47
  • Altın 2956.432
  • Dolar 35.1368
  • Euro 36.5946
  • İstanbul 7 °C
  • Ankara 5 °C

Cennet boş kalacak gibi

Canan Murtezaoğlu

 

 

Mekkî surelerle ilgili vatandaş okumamızın on dördüncüsündeyiz. İstisnasız tüm inançlara saygı duyulmasını ve laikliğin hayat bulmasını önemle vurguladığımız “Kıyamet günü ne zaman” başlıklı önceki yazımızı, “Dünya çatısı altındaki yaşam ve mücadelesi göksel bir örüntü müdür, insan elinin ürünü müdür ya da nedir?” sorusuyla sonlandırmıştık.

Vatandaş okumamızı sürdürelim ve Kur’an’dan, kaldığımız yerden devam edelim.

İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre otuzuncu sure “Hümeze” dir. (Diliyle İğneleyenler) Hümeze arkadan çekiştirmek, gıybet etmek, onu bunu ayıplamak, el ile dürtmek, dil ile dürtmek, gözle kaşla ayıplamak anlamlarındadır. Kelimenin aslı olan “hemz” kırmak demektir; insanın onur ve şerefini kırmak anlamında da kullanılır. Hümeze ile birlikte geçen “Lümeze” de ayıplamak anlamındaki “lemz” i huy edinene denir.

Göksel kavram içermeyen surede hitap Muhammed peygamberedir. İniş nedeni, Muhammed peygamber ve inananları arkadan çekiştiren inkârcıların durumu olarak rivayet edilmişse de hükmün genel olduğu düşünülmüştür. Malı toplayıp tekrar tekrar sayanların, malın kendisini ölümsüz kılacağını sananların, diliyle iğneleyenlerin, kaş-göz ederek eğlenen kimselerin yani “hümeze ve lümeze” nin gideceği yer cehennemdir. Cehennemin buradaki adı kırıp geçiren, önüne geleni yalay­ıp yutan anlamında kullanılan “hutame” kelimesidir. Cehennemin Karia suresi 9. ayette “Haviye,” Tekâsür suresi 6. ayette de “Cehîm” olarak geçtiğini hatırlayalım. Hutame aynı zamanda, “kalplerin içine işleyecek, Allah’ın tutuşturulmuş bir ateşidir.” (6-7. ayetler) Iraklı tefsirci Alusî’ye (d. 1802) göre burada kastedilen “ruhanî azap” tır. Elmalılı, 8-9. ayetlerdeki, “Cehennemlikler, dikilmiş direklere bağlı oldukları halde, o ateşin kapıları üzerlerine kapatılacaktır.” ifadesinin, “fırının içini iyice yakıp da tamamen kızdırmak için kapısını sağlam dayayarak kapamak” tarzında bir tasvir olduğunu söyler.

Zebur Mezmurlar’da şu benzer betimlemeyi görüyoruz: “Öfkelendiğin an, ya RAB, / Kızgın fırına döndüreceksin onları; / Gazapla yutacak, / Ateşle tüketeceksin.” (21/9) Tevrat’ta da şu ifadeler vardır: “Sonra ordusundaki bazı güçlü askerlere Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed-Nego’yu bağlayıp kızgın fırına atmalarını buyurdu. / Böylece bu kişiler, şalvarları, kaftanları, sarıkları ve öbür giysileriyle birlikte bağlanıp kızgın fırına atıldılar. / Kralın buyruğu çok sıkı, fırın da çok ısıtılmış olduğundan, Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed-Nego’yu götüren adamları ateşin alevleri yakıp öldürdü.” (Daniel, 3: 20-22) Tarih boyunca insanların direklere bağlanarak ya da fırınlara atılarak yakılmasının arka planında bu göksel olduğu kabul edilen ifadeler mi vardır ya da insanoğlu düşünebildiği işkence çeşitleri için gökleri mi bahane etmiştir?

Hangi toplulukta, toplumda olursa olsun; arkadan çekiştirmek, insanları el ve yüz hareketleri yaparak alaya almak, ayıplamak, küçümsemek, onurlarını kırıcı davranışlarda bulunmak gibi tavırlar elbette onay görmez; ancak bunlar gerçek yaşamın da bir parçasıdır. Örneğin, yaşamı boyunca bir kez başkasının arkasından konuşmamış bir insan olabilir mi? “Dikilmiş direklere bağlı oldukları halde, o ateşin kapıları üzerlerine kapatılacaktır” şeklinde tarif edilen bu korkunç ve ürkütücü cezayı hak eden fiilleri sergileyen insan sayısı düşünülürse cennet boş kalacak gibi görünmektedir.

Bu cehennemlik olma durumu içine; mal toplamak, yığdıkça yığmak ya da malın ölümsüzleştirdiğini düşünmek de girmektedir. Önceki surelerdeki ayetleri de hatırlayalım: “O kimse aşağıya yuvarlandığı zaman malı onu kurtarmaz.” (Leyl, 11) “ Malı ve oğulları vardır diye, yemin edip duran alçağa, diliyle iğneleyene, kovuculuk edene, iyiliği sürekli engelleyene, saldırgana, günahkâra, zorbaya, ayrıca soysuzlukta damgalı olana uyma.” (Kalem, 10-14) “Malı ve kazandığı kendisine fayda vermez.” (Tebbet, 2) İncil’de de benzer şu ifade geçmektedir: “Altınlarınız, gümüşleriniz pas tutmuştur. Onların pası size karşı tanıklık edecek, etinizi ateş gibi yiyecek. Bu son çağda servetinize servet kattınız.” (Yakup’un Mektubu, Zenginlere Uyarı, 5: 3)

Diğer yandan Rab kavramının “Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi?” diyerek peygamberini zenginleştirdiğini, (Duha, 8) ya da mensup olduğu kabileye; “O, kendilerini açlıktan kurtararak beslemiştir ve her tehlikeye karşı onlara emniyet vermiştir.” (Kureyş, 4)  ifadesiyle ayrıcalık tanındığını okumaktayız. Bu çelişkili ve ayrıcalıklı durum burada da kalmaz. Örneğin Allah; “Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini seçerek” (Al-i İmran, 33) âlemlere üstün kılmıştır. Aynı şekilde İsa’nın annesi Meryem’in Allah tarafından seçildiği, âlemlerin kadınları üstüne yüceltildiği belirtilir. (Al-i İmran, 42) Suredeki diğer ayetlerde ve diğer birçok ayette de İsa peygamberin mucizeleri / üstünlükleri tekrarlanır. Dikkat edilirse hepsi İbrani’dir yani Yahudi kavmindendir ve Musevilik ve Hristiyanlığın temel figürleridir. O zaman soralım: Arap kavmine gelen vahiy, neden Yahudi kavminin üstünlüğünü vurgulamakta ısrarcıdır? Tevrat zaten bu üstünlük ifadeleriyle dolu değil midir? Bu durum; “Kim İslam’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette de zarar edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran,  85) ayeti ile çelişmez mi?

Mal ve ceza konusuna dönerek soralım: Her devirde, özellikle Allah ile aldatarak başa gelen hükûmetler eliyle zengin edilip mallarını saydıkça sayanlar, mallarına güvenerek hak-hukuk tanımayanlar, daha fazla mal için doğayı katledenler, mallarını baskı ve zulüm aracı olarak kullanan siviller ya da siyasiler, bir sivil toplum örgütünün başı olup da temsil ettiği grubun hakkını ve emeğini korumak yerine iktidar sahiplerine yaranmak ve çıkar sağlamak için sürekli ağız değiştirenler de bu suredeki ceza çerçevesi içine girecekler midir?

İnanmak ya da inanmamak kişinin kendi vicdanı ile hesaplaşmasıdır ve her hesaplaşma saygındır; ancak dinle ilgili herhangi bir soruya “kesinlikle şudur” yanıtı veremiyoruz çünkü dinlerin rivayetler yoluyla oluştuğunu biliyoruz. Diğer yandan insanoğlu gerçeği aramakta, aydınlanma yolunda ilerlemektedir.

800-1200 yılları arasında Orta Asya’da büyük bir aydınlanma yaşandı; yüzlerce bilim insanı sayısız eser verdi. Araştırmacılara göre, aynı yer ve zamanda bu kadar çok bilim insanının bir arada bulunduğu başka bir dönem tarihte pek yok. Bu bilim insanları görüş ve fikirleriyle, yazdıklarıyla, ürettikleri değerlerle bilimsel devrime kadar Avrupa’yı derinden etkilediler. Prof. Dr. Y. Müh. İlhami Çetin, “Atatürk Türkiye’sinde ve Avrupa’da Aydınlanma” adlı eserinde şöyle diyor: “Kopernik, Kepler, Galilei, Descartes ve Newton’un katkıları ile Aydınlanma, 17. yüzyılda, önce bilimde gerçekleşmiştir. Newton gezegenlerin hareketini meleklerin kanat çırparak itmesi ile açıklayan ve göklerde meleklerin dolaştığını söyleyen dinsel görüşler yerine doğanın ussallığına dayanarak, mekaniğin temel yasasını ve kütle çekim yasasını bulmuş, evreni açıklamanın yolunu açmıştır.” (s.2, Der Yay., 2019) 18. yüzyıl Avrupa’sında da felsefede aydınlanma başlamış ve Platon’dan sonra en büyük filozof kabul edilen Kant bu aydınlanmayı, Romalı ozan Horatius’un “sapere aude” sözüyle yani “Kendi zihnini kullanma yürekliliğini göster!” cümlesiyle ifade etmiştir.

Ülkemizde Aydınlanma’yı; İlke ve Devrimleriyle yaşama geçiren, Devlet’imizin kurucusu Dâhi Lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ancak bu Türk Aydınlanması Atatürk’ün en yakın arkadaşları tarafından bile yeterince anlaşılmamış ve O’nun yol ve yöntemi uygulanmamıştır. Bunun içindir ki 1938’den sonra Türk milletini sağ-sol gibi ithal kavramlar ya da dindar-laik, Sünni-Alevi gibi başlıklar altında ayrıştırmak, kamplaştırmak kolay olmuştur. Kimi zaman şu yönetim kimi zaman bu yönetim kazansa da Türkiye hep kaybetmiştir; Atatürk’ün hedef gösterdiği muasır medeniyete ulaşılamamış, çağın gerisinde kalınmıştır.

21. yüzyılın başından beri de birilerinin din ve şeriat anlayışı sarmalında, zihniyet olarak her alanda geri gitmekteyiz. Dileriz 2025 yılında halkımız ve özellikle de genç kuşaklarımız, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” sözünün gereğini yapar, aydınlanma ve aydınlatma adına kendi zihinlerini kullanma yürekliliğini gösterirler. Kutlu olsun 2025!

Devam edecek…

 

Canan Murtezaoğlu

Bu yazı toplam 121 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2016 Özgür İstanbul | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.